GERÇEK İNSANIN KİMLİĞİ
"Bana 'Dünyada kaç insan var?' diye sorulsa, 'Gidin direnişçileri sayın, sayıları ne kadarsa o kadar insan vardır.' derim. 'Peki, sekiz milyar nedir?' diyecek olsalar...
"Dünyada kaç insan var?" sorusuna verdiğim çarpıcı yanıt üzerine düşündürücü bir makale:
Direniş ve İnsanlık: Gerçek İnsanın Kimliği
"Dünyada kaç insan var?" sorusuna verdiğim, "Gidin direnişçileri sayın, sayıları ne kadarsa o kadar insan vardır," cevabı, modern dünyanın kafa karışıklığı ve yüzeyselliği içinde derin bir hakikat fısıltısı gibidir. Bu sözler, sadece bir demografi analizi değil, insanlığın özüne, değerine ve varoluş amacına dair radikal bir sorgulamadır. Peki, sekiz milyarlık nüfus içinde gerçek insan kimdir ve geri kalanlar neye tekabül eder? Yaptığım bu ayrım, çağımızın en temel etik ve varoluşsal problemlerine ışık tutar.
Sekiz Milyarın Anlamı: Taşıyıcılar ve Havlayanlar
Sekiz milyar insanı "çoğunluk efendisinin yükünü taşıyan eşek" ve "efendisinin düşmanına havlayan köpek" olarak ikiye ayırırken, keskin bir metafor kullanırım. Bu benzetmeler, modern toplumlardaki bireylerin büyük çoğunluğunun, sorgulamadan, düşünmeden ve itiraz etmeden sistemin çarkları arasında nasıl ezildiğini, nasıl birer araca dönüştüğünü gözler önüne serer.
Efendisinin yükünü taşıyan eşek: Bu kategori, sistemin dayattığı kurallara, tüketim alışkanlıklarına ve yaşam biçimine boyun eğen, kendi özgür iradesini kullanmaktan imtina eden kitleleri temsil eder. Karnı doyduğunda anıran, yani sistemin sunduğu yüzeysel tatminlerle yetinen bu kitle, açlık hissettiğinde, yani sistemin sunduğu tatminler yetersiz kaldığında veya gerçek sıkıntılarla karşılaştığında ancak bir tepki verebilir. Ancak bu tepki, gerçek bir değişim arayışından ziyade, anlık bir rahatlama veya statüko içinde bir çözüm arayışından öteye geçmez. Onlar, rahat bölgelerinden çıkmaya, konforlarını bozmaya cesaret edemeyenlerdir.
Efendisinin düşmanına havlayan köpekler: Bu grup ise, sistemin ideolojik aygıtlarının, medyanın ve popüler kültürün etkisi altında kalarak, gerçek düşmanını tanımayan, aksine efendisinin işaret ettiği her şeye karşı körü körüne bir düşmanlık besleyenleri temsil eder. Onlar, derinlemesine düşünme, analiz etme ve sorgulama yeteneğinden yoksun, sadece kendilerine gösterilen hedeflere karşı agresifleşen bireylerdir. Bu "havlama", çoğu zaman yüzeysel tartışmalar, nefret söylemleri ve kutuplaşmalar şeklinde kendini gösterir.
Direniş: Gerçek İnsanlığın Doğuşu
Bana göre insan, direnişçi olandır. Direniş, sadece fiziksel bir başkaldırı değil, aynı zamanda zihinsel, ruhsal ve etik bir duruştur. Gerçek insan, akleden, sorgulayan, adaletsizliğe ve zulme karşı duran, kendi vicdanının sesini dinleyen ve hakikatin peşinden giden kişidir. Bu direniş, aşağıdaki temel unsurları barındırır:
* Akletme ve Sorgulama: Direnişçi, kendisine sunulan bilgiyi körü körüne kabul etmez. Sorgular, araştırır, nedenlerini ve sonuçlarını anlamaya çalışır. Bu, bilginin ve hakikatin peşinde olma cesaretidir.
* Vicdan ve Adalet Duygusu: Gerçek insan, evrensel adalet ilkelerine bağlıdır. Haksızlığa, zulme ve eşitsizliğe karşı sessiz kalmaz, eylemde bulunur veya en azından duruş sergiler. Vicdanı, onun en güçlü pusulasıdır.
* Özgür İrade ve Sorumluluk: Direnişçi, kendi seçimlerinin ve eylemlerinin sorumluluğunu alır. Sürünün parçası olmak yerine, kendi yolunu çizer ve bunun bedelini ödemeye hazırdır. Bu, bireysel özgürlüğün en temel göstergesidir.
* Cesaret ve Fedakarlık: Direniş, konfor alanından çıkmayı, risk almayı ve bazen büyük fedakarlıklar yapmayı gerektirir. Gerçek insan, inandığı değerler uğruna bedel ödemekten çekinmez.
* Empati ve İnsanlık Sevgisi: Direnişin özünde, sadece kendi çıkarını değil, tüm insanlığın iyiliğini düşünen bir empati ve sevgi yatar. Başkalarının acısına duyarsız kalmayan, onların hakları için de mücadele eden bir ruhtur.
Çağımıza Yansımaları: Nerede Duruyoruz?
Bu sözlerim, günümüz dünyasında her zamankinden daha fazla yankı bulur. Bilgi kirliliğinin, tüketim çılgınlığının ve toplumsal kutuplaşmanın hüküm sürdüğü bir çağda, insanlar kolayca manipüle edilebilir, gerçek sorunlardan uzaklaştırılarak yüzeysel tartışmalara hapsedilebilir. Sosyal medya baloncukları, algı operasyonları ve anlık hazlar, bireyin derinlemesine düşünme ve eleştirel bakış açısı geliştirme yeteneğini köreltir.
Bu bağlamda, benim vurguladığım direniş, bir isyan veya şiddet çağrısı değil, bir uyanış çağrısıdır. Bu, bireyin kendi özüne dönmesi, insanlık onuruna yakışır bir şekilde yaşaması ve pasif birer seyirci olmaktan çıkıp aktif birer özne haline gelmesi demektir. Direniş, zulme ve adaletsizliğe karşı fikri, ahlaki ve eylemsel bir duruş sergilemektir.
Sonuç: Akledenlere Selam Olsun
Bu sözlerim, insanlığın büyük çoğunluğunun, maalesef, yalnızca biyolojik bir varoluş sürdürdüğünü, gerçek anlamda insan vasfını kazanamadığını acı bir şekilde yüzümüze vurur. Ancak bu tespit, bir umutsuzluk çağrısı değil, aksine bir uyanış ve harekete geçme davetidir. Zira sözlerimin sonunda yer alan "Akledenlere selam olsun" ifadesi, bu derin hakikati kavrayabilen, sorgulayan, düşünen ve direnen azınlığa yönelik bir selamlamadır.
Gerçek insanlık, direnişte, yani hakikatin, adaletin ve özgürlüğün peşinde olma cesaretinde saklıdır. Bu yolda yürüyen her birey, sadece kendi varoluşuna anlam katmakla kalmaz, aynı zamanda insanlık ailesinin kolektif bilincine ve vicdanına da katkıda bulunur. Öyleyse, bu derin sorgulamanın ışığında, kendimize sormalıyız: Biz, sekiz milyarın neresindeyiz? Efendisinin yükünü taşıyan bir eşek mi, efendisinin düşmanına havlayan bir köpek mi, yoksa direnişçi bir insan mıyız?
Abdullah Koç Şeyh Müfidi Sani
28 Mayıs 2025