Belki en doğrusu, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın 9 Haziran 2000’de Beni Şiş’te yaptığı Zafer Bayramı Konuşması’ndan bir bölüme yer vererek başlamaktır. Nasrallah Lübnan’ı apar topar terk eden Siyonist düşmanın ardından Direniş erlerine, Direniş halkına yaptığı o konuşmada tam bir kararlılık, ihlâs ve tevekkülle şöyle diyordu; “Her şey Direnişin hizmetindedir; Seyyid Abbas, ulema, yiğitlikler, şecaatler, siyaset, kurum, mal ve propaganda; tamamı Direnişin hizmetindedir. Direniş siyasetin, kurumların, kişilerin ve dünya malının hizmetinde değildir. Direniş Allah’ın kuludur ve zafer peşindedir. Bu yüzdendir ki Lübnan’da Direniş zafere ulaşmıştır.”

6 Kasım 2012 günü Nasrallah’ın bu sözlerine ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu bir kez daha anladım. O gün, hani Siyonist düşmanın beynini dağıtması için gönderdiğimiz hakikat kelimesinin, Mavi Marmara’nın şehitlerinin Direnişi İstanbul’a, İstanbul Adliyesi’ne, silahların susup kalemlerin konuştuğu bir savaş meydanına taşıdıkları gün, Filistin’in, Lübnan’ın, Filistin için can veren tüm Arapların, Müslümanların ve hatta gayrı Müslimlerin ruhları iki yüz elli kişilik salonu dolduranlarla birlikte orada yer almıştı. İşte o gün beklenen olmadı ve Akdeniz’in sularını yara yara Siyonist düşmanın kalbine ilerleyen Mavi Marmara yüklendiği anlamın çok gerisinde bir yüzle geldi salona.

Mavi Marmara Gazze’nin mağdurlarına ekmek götüren bir gemi değildi. Mavi Marmara yiyecek, giyecek, çocuk bezi taşımıyordu. Bilakis Mavi Marmara “anlam”ı yüklenmişti ve Siyonist düşmanı korkuya salan da buydu. Mavi Marmara Özgürlük Filosu’nun özgür ruhlarının Filistin halkına taşımak istediği özgürlükten başkası değildi. Ne o bir gemiydi ne de yolcuları turist. O, kelimenin tam anlamıyla Siyonizm’e meydan okumanın ete kemiğe bürünmüş haliydi.

Hal böyle olunca, Direnişin mahkeme salonunda da devam edeceğini ummuştuk. En azından her bir gazinin, şehit yakınının İsrail’i tanımadığını ilan ederek konuşmaya başlayacağını düşünmüştük. Olmadı…

Mavi Marmara direnişi, Akdeniz’de seyreden iyi çocuklara saldıran kötü çocukların onları kendi mahallelerine zorla götürmesine dair bir hikâye gibi anlatıldı. Nasıl desem, neye benzetsem, tam olarak bilemiyorum. Muhtemelen Pal Sokağı Çocukları romanı bir benzerlik oluşturabilir, bu tür anlatımlar için.

Mavi Marmara şehitlerinin efendisi Furkan Doğan’ın babası Ahmet Doğan’ın salonu duygulandıran konuşmasının ardından davanın siyasi manifestosunun niçin ilan edilmediği, İHH’yı, gazileri, şehit yakınlarını bundan alıkoyanın ne olduğu anlaşılamadı. Davaya siyaset karışmasın mı istenmişti? Hâlbuki Mavi Marmara neticeleri itibariyle tam anlamıyla siyasi bir karşı koyuştu. Mavi Marmara’nın siyasi neticeleri olduğu gibi, Siyonist düşmanın saldırısının da siyasi neticeleri olacaktı, olmalıydı ve dava ancak bu sürecin bir parçası olarak telakki edilmeliydi.

Mavi Marmara’nın misyonunu hatırlatması için gemiyi muhafaza etmekten daha önemlisi Mavi Marmara’nın siyasi manifestosunu ilan etmekti. Bu gerçekleştirilmeden geçirilecek her saniye Mavi Marmara davasını basit bir cinayet davasına indirgeyecek ve failler ceza almış olsalar bile bu, kötü çocuklara hak ettikleri cezayı veren Türk yargısının azametini göstermekten başka bir kazanım sağlanamayacaktır. Mavi Marmara Direnişin hizmetinde ise mahkeme salonlarında da bu misyonunu devam ettirmelidir.

Mavi Marmara Direnişin malıdır. Öyle de kalmalıdır. Mavi Marmara yüklendiği “anlam”a sadakat göstermelidir. Böyle olduğunda biz Nasrallah’ın şu sözlerini ruhumuzda yankılanırken bulacağız; “Zaferi getiren mücadele değildir; mücadele Allah’a karşı sadakatimizin şahididir. Zafere anlam kazandıran da, işte bu sadakattir.”

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.