DR. EMİRE FUAD EN-NEHAL: ÂLİMLER EBU UBEYDE'NİN TARTISINDA

img
DR. EMİRE FUAD EN-NEHAL: ÂLİMLER EBU UBEYDE'NİN TARTISINDA

Dr. Emire Fuad En-Nehal: Kıtlığın doruğunda, El-Kassam Tugayları’nın askeri sözcüsü, dini kisveye bürünüp kanı yarı yolda bırakanlara seslendi. Ebu Ubeyde yalvarmadı; aksine, hesap sordu. Alimleri, hem şer’î hem de tarihî bir sınavın karşısına dikti.

Shehabnews yazarı Dr. Emire Fuad En-Nehal, İslam alimlerine şu şekilde seslendi: 'Kıtlığın doruğunda, El-Kassam Tugayları’nın askeri sözcüsü, dini kisveye bürünüp kanı yarı yolda bırakanlara seslendi. Ebu Ubeyde yalvarmadı; aksine, hesap sordu. Alimleri, hem şer’î hem de tarihî bir sınavın karşısına dikti. Zira bazıları artık hakikatin tanığı değil, yalancı şahitler olmuştu; katliamı sessizlikle selamlayan ya da onu ne fıkha ne de mertliğe sığan kıvrak kelimelerle meşrulaştıranlar...

Ve bugün, Gazze boğulurken; sözde 'ümmetin âlimleri' kitlelerin bilincini çarpıtmakla meşgul. Güvenli kulelerinden, açlığın sona erdiğini ilan ediyorlar. Sanki açların, bombalananların, yok edilenlerin değil; öldürenlerin sözcüsüymüşçesine...

İhanet sadece sessizlikte değildir; duruşa ihanet etmekte, hakikati çarpıtmakta ve suçu sahte kelimelerle süslemekte gizlidir. Tarafsız gibi görünenler aslında cepheye düşman, direnişin safında duranlara karşı cephe alanlardır. Onlar ne vicdanın yanındadır ne de hakkın… Bu yüzden, soykırım zamanında Gazze’ye omuz vermeyen dünya, bir şekilde katliam makinesinin parçası hâline gelir—isterse bin cübbe giysin, bin sarık taksın.

Tarih boyunca, ilim ehlinin kürsüleri zalime karşı ilk siper olmuş, halkları özgürlük mücadelesine sevk eden birer meşale olmuştur. Fetvalar kuru hükümler değildi; direnişin kurşunundan önce gelen çağrılardı, halkı ayağa kaldıran haykırışlardı. Tarih şahitlik eder: Ezher’den Zeytune’ye, Mekke’den Kudüs’e kadar nice âlim, İngiliz ve Fransız sömürgesine karşı halkı ayaklandırdı, hakka ses verdi, mazlumun sesi oldu.

Ama bugün... Gazze’de soykırım zirveye ulaşmışken, minberler susturuluyor, fetvalar engelleniyor, cihad çağrısı sessizliğe gömülüyor. Sanki Filistin kanı öfkeye değmezmiş, sanki mazlumun ahı vicdanı sarsmazmış gibi...

Bu sessizlik bir tarafsızlık değil, bir taraftır; geçici bir eksiklik değil, bizzat tanıklık için yaratılmış bir minberin susturulmasıdır. Gazze’nin yaşadığı bu tarihî an gibi bir dönemde, âlimlerin görevlerinden uzak tutulması; onların asli vazifesine sırt çevirmesi, yalnızca bir mesuliyetin değil, aynı zamanda bir şerefin de inkârıdır.

Ebu Ubeyde’nin konuşması duygusal bir çıkış değil, hesaplanmış bir duruştu; çünkü bu, en çok muhasebe ve yüzleşmeye ihtiyaç duyulan bir zamandı. O konuşmada nezaket dili terk edildi, âlimlere dökülen kanın diliyle hitap edildi. Çünkü tarih, bu imtihan anında tanıklık etmeyenleri affetmeyecektir. O, bir saldırı çağrısı yapmadı, bir tutum çağrısı yaptı. Bir harekete bağlılık istemedi, ama bir ulusun yanında durmayı talep etti—öyle bir ulus ki, gözler önünde katlediliyor, çocukları kurban ediliyor; hem sarıkların, hem zirvelerin, hem kürsülerin gölgesinde…

Âlimlere doğrudan seslenilmesi, bir hesap defterinin açılmasıydı adeta: ilmi hakkın yolu kılanlarla, onu siyasî dalkavukluk veya zelil bir sessizliğin örtüsü hâline getirenler arasındaki ayrımın çizilmesiydi bu. Gazze’deki açlığı inkâr etmek, çocuklarının aç karınlarının yalnızca rüzgârla dolduğu bir anda, basit bir gaf değil, bizzat düşmanın bilinç manipülasyonuna ve sahadaki gerçekliğin çarpıtılmasına ortak olan bir ihanetin adıdır.

Ve bazı "yıldız vaizler" ekranların ardından takipçilerine gıda durumunun düzeldiğini, açlığın sona erdiğini söyleyerek içlerini rahatlatmaya kalktığında, onlar sadece bir fikir beyan etmiyor; işkenceyi sürdüren cellâdın beraat belgesine imza atıyorlar.

Burada sormak gerekir: Hangi çarpık fıkıh anlayışı, bir âlimi; Gazze halkının canlı canlı şahitlik ettiği bu acıyı, anbean ekrana yansıyan açlıkla yoğrulmuş yüzleri görmezden gelmeye sürükler?

Açlığı birkaç yardım tırıyla özetleyen ya da sahte bir ferahlama görüntüsü sunan kim varsa, bir suçu ifşa etmek yerine onu meşrulaştırıyor; celladın safında yer alıyor, kurbanın değil. Bu bir "söylem suçu"dur; kuşatma suçu kadar vahimdir ve failini hem meydanın şahitleri önünde, hem de Allah katında mahkûm eder.

Kürsülerin makam pazarı hâline gelmesi ne kadar da acı... Gazze, bazı âlimlerin şeriat terazisini değil, siyaset cetvelini ellerine aldığını ortaya çıkardı. Onlar, tutumlarını vicdanlarının sesine göre değil, fon sağlayıcılarını küstürmeyecek şekilde belirliyorlar. Böyle olunca açıklamalar resmî dalgalara göre şekilleniyor, dualar büyükelçilikleri rahatsız etmeyecek kadar seçmeci oluyor, hutbelerse kürsüye mumyalanmış halde çıkıyor; ne izzetin ne de dayanışmanın teri hissediliyor.

Bu sahte denge hesapları ne fıkıhtır, ne hikmettir. Bu, diplomasi kılıfına sarılmış bir kaçış ve korkaklıktır. Oysa Gazze’nin bugün bir tevil ustasına değil, safını net biçimde seçen bir âlime ihtiyacı var.

Zira fetvayı önce sultandan, sonra vicdanından alan bir âlim, şahit değil, davanın karşı tarafıdır. Katliamların yaşandığı bir zamanda âlim, olaylara dışarıdan bakan biri olamaz; o artık denklemin bir parçasıdır. Eğer susarsa, suçu örtbas etmeye ortak olur. Eğer gerekçelendirirse, düşmanın vahşetini yumuşatan bir ambalaj olur.

Bu yüzden âlimlerden beklenen şey artık genelgeçer bir dil ya da yuvarlak dualar değildir. Bugünün felaketlerine yaraşır, açık ve etkili bir duruş sergilemektir.

Ebu Ubeyde, çağrısını yalnızca bir askerî sözcü olarak değil; aynı zamanda omuzlarında taşıdığı ahlakî ve şer’î sorumlulukla yaptı. Bu çağrı, âlimleri "denge terazisi"nde değil, "cihad terazisi"nde sorgulayan bir çağrıdır.

Peki, bu durumda görev haritamız nedir?

Bu nedenle, burada acil bir eylem planı sunuyorum; bu plan, âlimlerin makamına yaraşır, "fetva"yı sahaya taşır, acizce bir tanımlamanın ötesine geçer, adalet uğruna fiili bir karşı duruşu temsil eder:

Birinci olarak: Hükümetlerle yüzleşmek ve onlara gerçeği haykırmak gerekir.
Arap ve İslam ülkelerinin liderleriyle gecikmeden doğrudan görüşmelere başlanmalıdır. Bu görüşmeler, protokol nezaketleriyle süslenmiş sahte tebessümlerle değil; hiçbir sultandan korkmayan, zillete razı olmayan bir hak sözle yapılmalıdır. Onların yüzüne karşı açıkça şunu söyleyin: 

Siyonistlere ve müttefiklerine doğalgaz ihracatını derhâl durdurun. Bu utanç borularını kapatın. Zira sizlerin elinde hâlâ bir güç kartı var; ama bu kart bugün, Gazze’nin bağrına saplanmış bir hançer gibi kullanılıyor.

Onlardan, siyonist işgalcilerle yapılmış olan anlaşmaları iptal etmelerini, güvenlik ve ekonomik iş birliklerini askıya almalarını talep edin. Çünkü bu işgal ancak bedel ödetilerek caydırılabilir.

Eğer bir lider bunu yapamıyorsa, o zaman açıkça çıkıp bunu halkına ilan etsin ve halk bunu bir kamuoyu meselesi hâline getirsin.

İkinci olarak: Halkı âlimlerin önderliğinde harekete geçirmek gerekir.
Böylesine tarihi ve her şeyi ortaya seren bir anda, âlimlerin sadece sessiz basın açıklamalarıyla ya da katliamlar arasında kaybolan dualarla yetinmeleri artık yeterli değildir.
Bugün onların asli görevi, söz barikatlarının arkasında değil, ön saflarda olmaktır.

İlmi, sadece sanal âlemde dolaşan vaazlara değil, sahada karşılığı olan eylemlere dönüştürmelidirler.

Halkı örgütlü toplu harekete yönlendirmeye cesaret edemeyen bir âlim, asla halkın safında değil, dökülen kanlar karşısında "şer’i kaçamaklar" üreten düzenin safında olur.

İşte burada stratejik görev beliriyor: Günümüzün mücahit âlimi, halkı uyarıp geri duran değil; onları harekete geçiren ve meydanlara inip önderlik edendir.

Tarafsız kalmak değil, öncülük etmek zamanıdır.

Buradan bir eylem planı önermekteyim:

- Açık Çağrı: Arap ve İslam Başkentlerinde Halk Hareketlerine ve Oturma Eylemlerine Destek
Alimler, hutbelerinde ve kullandıkları tüm platformlarda tek bir ses olarak, kitlesel halk hareketlerine açık bir çağrı yapmalıdır. Saldırıları sadece kınamakla yetinmemeli; meşru bir şekilde kuşatmayı ve iş birlikçiliği teşhir eden, halkı harekete geçmeye çağıran net bir duruş sergilemelidirler.

- İşgalciyi Destekleyen Ülkelerin Elçilikleri Önünde Süresiz Oturma Eylemleri
Amerika, Fransa ve İngiltere elçiliklerinin halkın öfkesinden uzak, dokunulmaz kalması akıl alır gibi değildir. Gazze’ye akan kan, işte bu karar merkezlerinden dökülmektedir. Gerçek bir devrim âlimi, bu elçiliklerin önünde durmalı ve talebelerine orada sabırla direnme çağrısı yapmalıdır.

- Utanç Geçitleri ve Kapalı Sınır Kapılarında Direniş Çadırları Kurulsun
Artık âlimlerin, Gazze’ye uygulanan Arap ablukasına meşruiyet kazandıran örtüyü kaldırma vakti gelmiştir. Bizzat kendileri, Refah, Selva ve Traybil gibi kapılara inmeli; zira bu noktalarda egemenlik düşmana devredilmekte, insan onuru sınır kapılarının enkazı altında gömülmektedir.

- Parlamento ve Meclislerden Normalleşmeye Karşı Kararlı Bir Ses Yükselmeli
Dini ya da şer’i bir kürsüsü olan herkes, hitabını parlamentolara ve insan hakları kurumlarına yöneltmeli; normalleşmeye karşı yasa çıkarılması, İsrail ürünlerinin boykot edilmesi, medya, eğitim ve güvenlik alanlarında siyonist yapıyla tüm ilişkilerin kesilmesi için baskı yapmalıdır.

- Halk Hareketlerini Yönetecek Ortak Bir Saha Liderliği Kurulmalı
Bu liderlik, sabit ve net duruşlarıyla tanınan âlimlerden oluşmalı, hareketin öncülüğünü üstlenmelidir. Çünkü halkın yönü, onların rehberliğinde berraklık kazanır.

Dr. Muhammed es-Sağir (Mısır), Şeyh İkrime Sabri (Filistin / Kudüs), Dr. Nevvaf et-Tekruri (Filistin / Ürdün), Dr. İsam Ahmed el-Beşir (Sudan), Şeyh Dr. Ali el-Karadâğî (Irak / Katar), Dr. Ahmed er-Raysûnî (Fas), Şeyh Muhammed el-Hasan ed-Dedv (Moritanya), Şeyh Ali Erbaş (Türkiye), Şeyh Ganim bin Şahin el-Ganim (Katar), Şeyh Usame er-Rifai (Suriye), Dr. Hakim el-Mutayrî (Kuveyt), Dr. Ömer Abdulkâfi (Mısır), Şeyh Dr. Gays bin Mübarek el-Kuvari (Katar), Dr. Muhammed İbrahim el-Vesmi (Kuveyt), Şeyh Müftü Muhammed Tarık Osmanî (Pakistan), Şeyh Müftü Muhammed Muniburrahman (Pakistan), Mevlana Faydurrahman (Pakistan), Dr. Muhammed el-Halâile (Ürdün), Dr. Said Füde (Ürdün), Şeyh Yusuf Belmehdi (Cezayir), Şeyh İbrahim eş-Şaibi (Tunus)

Bu isimler ve daha niceleri, "Gazze İçin Âlimler Meclisi"ni oluşturmak üzere bir araya gelmelidir. Meclisin yayımlayacağı ilk bildiride, 100 şehirde halkın katılımıyla kitlesel oturma eylemleri düzenlenmesi çağrısı yer almalıdır.

Zira sokakta halka seslenemeyen, minberde söz söylemeye de ehil değildir. Bugün meydanları farz-ı ayn’dan bir sorumluluk olarak görmeyen, fıkıh ve vaaz kürsüsünü terk etmeli, sözü kan sahiplerine bırakmalıdır.

Üçüncüsü: Sembolik Sivil İtaatsizlik
Gazze'ye destek için sembolik iş bırakma, alışveriş yapmama ve dışarı çıkmama günleri ilan edilmelidir. Halklar, öfkelerini göstermek için bu günlerde hayatın olağan akışına ara vermelidir. Minberler bu sembolik itaatsizliği ümmete duyurmak için kullanılmalı; zira düşman, bizden bir parça katledilirken geri kalanlarımızın yiyip içip eğlenmeye devam etmediğini hissetmelidir. Amaç, halkların silaha sarılması değil, organize öfkesini ilan etmesidir. Açlığın ve soykırımın kol gezdiği bir çağda, normal bir hayatı reddettiğimizi yüksek sesle ilan etmektir. Âlimler, bu sivil itaatsizliğin bayrağını minberlerden kaldırmalı; bu itaatsizlik, ümmetin sessizliğe karşı yüksek sesidir. Gazze, haber bültenlerinde geçiştirilecek bir ayrıntı değil, ümmetin kalbinde kanayan bir yaradır; sessizlikle iyileşmez.

Dördüncüsü: Topyekûn Boykot
Minberlerden ve bildirilerle duyurulmalıdır: İşgalci rejimi destekleyen her ürüne, Gazze soykırımına arka çıkan her kuruma karşı kapsamlı bir boykot başlatılmalıdır. İnsanlara öğretilmelidir ki alışveriş bir tercihten öte, bir silahtır; harcanan her dolar bir kurşuna dönüşebilir. Âlimler, Siyonist ürünlerin desteklenmesini haram kılan ortak bildiriler yayımlamalı, halkı alternatiflere yönlendirmeli ve boykotun bireysel bir tercih değil, toplumsal bir farz olduğunu açıkça anlatmalıdır.

Beşincisi: Meşru ve Sürekli Bir Teşvik
Minberler, televizyonlar, radyolar, üniversiteler, sosyal medyada yer alan âlim ve davetçilerin hesapları; tümü Gazze’ye destek ve işgale karşı direnç için birer meşru teşvik cephesine dönüşmelidir. Hiçbir cuma hutbesi şehitlerden, katliamlardan bahsedilmeden geçmemeli; her konuşmada Gazze’ye destek çağrısı yapılmalıdır. Yayınlanan her içerik, çıplak gerçeği insanların gözleri önüne sermelidir. Meşru teşvik, bir kaos çağrısı değil; düşmanı ifşa eden, halkları uyandıran ve dünya kamuoyunu harekete geçiren bir vicdan çağrısıdır. Bu, kelimenin cihadıdır. Silahı olmayan, bu durumu bir mazeret olarak görmemeli; bilakis silahın yankısı, hakkın sesi olmalı ve medya baskısı karşısında hakikatin emanetcisi olmalıdır.

Biz burada yas tutmak için değil, ümmetin ve dengelerin yeniden tanımlandığı bir mücadelenin tam ortasındayız. Gazze, alimlerimizden analiz lüksü ya da fetva konusunda tarafsızlık beklemiyor. Gazze, dinin kana destek verdiği yerde olmalarını bekliyor; fetvaların büroların mürekkebiyle değil, mücahitlerin kollarıyla yazıldığı yerde. Biz, kıtlık ve imha zamanında, saklanan her alimden, dini görevini siyasetin hoşnutluğuna değişen herkesten, hakkın terazisini bir emir ya da sultanın ofisine bağlayanlardan yüksek sesle nefret ediyoruz.

Kanıyla ümmetin günahını üzerinden atan Gazze, denge adına suçu saklayanları affetmeyecek ve yalan söyleyip kıtlığın sona erdiğini vaaz edenleri unutmayacaktır. Çünkü çocuklar hâlâ toprakta hayat kırıntısı arıyor. Açık ve net söylüyoruz: Sessiz kalan her âlime lanet olsun, hakkı ve sahiplerini destekleyerek Allah’a yaklaşalım. Çünkü kana sessiz kalmak ihanettir, ümmetin bilincini saptıran suçun ortağıdır. Hak, çoğunluğun onayıyla değil, kararlılıkla elde edilir; fetvalar hükümdarın sarayında değil, ilkelerin cephelerinde verilir.

Hakikat, çoğunluğun kararıyla değil, sarsılmaz iradeyle elde edilir. Fetva, hükümdarın sarayında değil, ilkenin siperinde verilir. Kurtulmak isteyen şimdi tarafını açıkça belli etsin; çünkü kıyamet günü alenen sorulacak: Onlarla mıydın? Sıkıntı ve bela arttığında ne dedin?



Makaleler

Döviz Kurları

Güncel

Hava Durumu

Link kopyalandı!