İslam İnkılabı Rehberi’nin danışmanı, Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri ve İmam Hamaney'in bu konseydeki temsilcisi Dr. Ali Laricani, KHAMENEI.IR’e verdiği kapsamlı mülakatta önemli açıklamalarda bulundu.
Ayetullah Hamaney, siyonist rejimin İran’a karşı yürüttüğü son dayatma savaşında şehit düşenlerin kırkıncı günü vesilesiyle düzenlenen anma töreninde yaptığı konuşmada, bu 12 günlük savaşta yaşananları bir kez daha aktararak İran halkının elde ettiği zaferi büyük bir onur olarak nitelendirdi. İmam Hamenei, şu ifadeleri kullandı:
“Bu tür olaylar İslam Cumhuriyeti için yeni değildir. Devrimin başından bu yana defalarca benzer hadiseler yaşandı. Sekiz yıllık dayatma savaşının yanı sıra, fitne girişimleri, zayıf unsurların milletin karşısına çıkarılması, askerî, siyasî ve güvenlik alanlarında farklı fitneler, darbeler ve benzeri olaylar yaşandı. Ancak İslam Cumhuriyeti bütün bunların üstesinden geldi. Bu kırk beş yılı aşkın süre zarfında tüm düşman komplolarını zorluklara rağmen etkisiz hale getirdi ve bütün cephelerde galip geldi.
Önemli olan, İslam İranı’nın ‘din’ ve ‘ilim’ temeli üzerine inşa edildiğini unutmamaktır. İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunda din ve ilim en temel unsurlar olmuştur. Bu nedenle, halkın dini ve gençlerimizin bilimi, düşmanı birçok alanda geri adım atmaya zorlamıştır. Bundan sonra da böyle olmaya devam edecektir.”
Bu bağlamda KHAMENEI.IR medya kurumu, İslam Cumhuriyeti’nin siyonist rejime karşı 12 günlük dayatma savaşındaki zaferini ve ülke yönetiminde İslam İnkılabı Rehberi’nin oynadığı rolü anlatmak üzere “Zaferin Rivayeti” başlıklı özel bir dosya hazırlayarak uzmanların analizlerini yayımladı.
Bu dosyanın bir bölümünde, İslam İnkılabı Rehberi’nin danışmanı, Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri ve İmam Hamaney'in bu konseydeki temsilcisi Dr. Ali Laricani, KHAMENEI.IR’e verdiği kapsamlı mülakatta şu konulara değindi: siyonist rejimle ateşkes döneminde yaşanan gelişmeler, İslam Cumhuriyeti’nin karşı karşıya kaldığı mesele ve zorluklar ile bunların yönetilme biçimi; nükleer müzakereler, Milli Güvenlik Yüksek Konseyi’nin görevleri, direniş cephesi, “tetik mekanizması” meselesi, Azerbaycan-Ermenistan anlaşması, savunma alanındaki eksikliklerin giderilmesi ve saldırı kapasitesinin güçlendirilmesi, siyasi ve medya çevrelerinin performansı ve halkın sorunlarının çözümünde ülkenin öncelikleri.
Mülakatın tam metni şu şekilde yayımlandı.
Geçici Bir Ateşkes Sürecindeyiz
Soru: Bugünkü koşullarda bu yeni görevi üstlenmişken, Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’nin en önemli sorumluluğu nedir? Çünkü karşı karşıya olunan zorluklar çeşitlidir ve bunlara bir sıralama da getirilebilir. Ayrıca, mevcut bu zorluklar karşısında yapısal, yöntemsel ya da yaklaşım açısından bir değişiklik öngörülüyor mu?
Ali Laricani: Bismillahirrahmanirrahim. Şunu belirtmeliyim ki, konseyin en temel görevi, karşılaşılan zorlukları öyle bir şekilde yönetmektir ki, bunun sonucu olarak ülkede ulusal kalkınmaya uygun sakin bir ortam oluşsun ve halk öngörülebilir bir yaşam sürdürebilsin. Çünkü zorluklar her zaman vardır; bugün savaş ya da başka meseleler olabilir, dün farklı sorunlar vardı, bölgesel meseleler var, uluslararası meseleler de gündemdedir.
Sonuçta diplomasi alanındaki becerilerin, direniş güçlerinin ve askeri kuvvetlerin şartlarının birbiriyle bütünleşmesi gerekir ki, ülkenin ulusal çıkarları güvence altına alınsın ve devlet için dengeli bir kalkınma ve ilerleme yolu sağlansın.
Doğal olarak şu an bir savaşla karşı karşıyayız ve geçici bir ateşkes söz konusudur. Bu nedenle, en çok dikkat etmemiz gereken husus budur. Öyle bir kapasite oluşturmalıyız ki, düşman yeniden harekete geçme hevesine kapılmasın. Bununla birlikte, bu durum nükleer meseleler, bölgesel konular ve diğer sorunlar gibi yan başlıkları da beraberinde getirmektedir.
Soru: Konseyin bu hazırlık için aldığı tedbirler nelerdir? Belki şöyle sormak daha doğru olur: Bu günlerde size ulaşabilen kişilerin ilk sorusu büyük ihtimalle şu oluyor: “Acaba yeniden savaş çıkacak mı, çıkmayacak mı?” — ki bu bugünlerde en çok sorulan sorudur. İkinci soru ise, “Eğer savaş çıkarsa biz buna ne kadar hazırız?” oluyor.
Siyonist Düşman Stratejik Bir Yenilgiye Uğradı
Ali Laricani: Bu soruya verilecek cevap bir yönüyle bize, bir yönüyle de düşmana bağlıdır; çünkü her şey bizim elimizde değildir. Ancak en önemli mesele şudur: Atılacak adımlarla savaşı nasıl geri püskürtebiliriz? Benim kanaatimce bu konuda etkili olabilecek birkaç unsur vardır.
İlk mesele, ulusal birliktir. On iki günlük savaşta da gördüğümüz gibi, ulusal dayanışma gerçekten çok etkili oldu. O dönemde İran halkı yüksek bir bilinçle hareket etti, düşmanı doğru analiz etti ve her türlü görüş ayrılığına rağmen İran’ı ve İran’ın çıkarlarını savunmak gerektiğini kabul etti. Bu çok büyük bir bilinç göstergesiydi. Elbette bu korunmalıdır; yani devlet, millet ve herkes bu birlikteliği muhafaza etmek için çaba göstermelidir. Bu başlı başına bir noktadır. Hatta gittiğimiz bir ziyarette bir ülke lideri, “Dünya İranlıların bu ulusal dayanışmasını gördü” demişti. Dolayısıyla bu bir ulusal sermayedir ve korunması için çeşitli faktörler vardır, ama ben burada ayrıntıya girmek istemiyorum.
İkinci nokta ise şudur: Direncin en önemli unsurlarından biri, halkın asgari bir yaşam standardına sahip olmasıdır. Evet, savaş vardır ama yine de halkın günlük yaşamı öyle yönetilmelidir ki direnişlerini sürdürebilsinler. Bugün bizim de üzerinde durduğumuz konulardan biri budur. Cumhurbaşkanı da bu meseleye özel önem vermekte ve bunu adaletin bir parçası olarak görmektedir. Dolayısıyla halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması şarttır. Bu barış zamanında farklı şekilde, savaş zamanında ise farklı yöntemlerle sağlanmalıdır. İşte bu da ikinci önemli noktadır ve mutlaka hayata geçirilmesi gerekir.
Bir diğer önemli nokta, askeri imkân ve kabiliyetlerin korunması ve geliştirilmesidir. Neticede elimizde güçlü imkânlar vardı ve düşman, savaşı başlatmasına rağmen kısa sürede savaşı sonlandırmak için çırpınmaya başladı. Dışarıda çok büyük başarı elde ettikleri propagandasını yapsalar da, neredeyse tüm önemli ülkeler ve halklar şunu gördü: Düşmanımız bu savaşta stratejik bir yenilgiye uğradı. Elbette bunun çeşitli nedenleri var. Bu durum İran için faydalı olmakla birlikte düşman açısından da yeni bir vesvese kaynağı olabilir; zira stratejik olarak başarısız olan bir düşman, doğal olarak bir şekilde yeniden başarı elde etmenin yollarını arayacaktır. Peki onu nasıl umutsuzluğa sevk edebiliriz? Bunun için askeri ve güvenlik imkânlarımızı geliştirmeli, geçmişteki bazı eksikliklerimizi gidermeliyiz. Dolayısıyla zamanımızın bir kısmı, hatalarımızın nerede olduğunu dikkat ve gerçekçilikle görmek, ardından bu eksikleri gidermek ve imkânlarımızı daha da güçlendirmek için harcanmalıdır. İşte bu da çalışmalarımızın bir diğer boyutudur.
Savaşımız Henüz Bitmiş Değil
Bunun yanında, uluslararası ve bölgesel etkileşimler ile oluşturulabilecek dengeler de önemlidir. Yani uluslararası alanda, genelde nezaketle yürüyen diplomatik teamüllerin ötesine geçerek daha derinlikli görüşmeler yapmak da çalışmalarımızın bir parçası olmalıdır.
Benim gerçek tavsiyem şudur: Ülke içinde bu noktaya dikkat edilmelidir. Çünkü savaşımız henüz bitmiş değil. Hem siyasi çevreler hem de kamuoyu önünde konuşan isimler, içinde bulunduğumuz durumun önemini kavramalıdır. Elbette İran’ın caydırıcılık kapasitesi çok yüksek. Şunu söylemiyorum: Şu an fiili bir savaş var. Ancak bilinmelidir ki bir savaş başladı ve bu savaş sadece ateşkesle sınırlı kaldı. Dolayısıyla bizim daima hazırlıklı olmamız ve ulusal birliğimizi korumamız gerekiyor.
Bu savaşın en önemli noktalarından biri de rehberliğin aldığı tedbirlerdi. İmam Hamenei, ilk günden itibaren gelişmeleri büyük bir dikkatle takip etti, gerekli tedbirleri aldı, komutanları görevlendirdi, savaşın seyrini yakından izledi ve halkla doğrudan konuştu. Dolayısıyla böyle bir ortamda bu rehberliği tam anlamıyla desteklemek gerekir. Bu durumun akli gerekçesi de oldukça güçlüdür. İnsanlar bazı siyasi konularda farklı görüşlere sahip olabilir; ancak büyük bir krizle karşı karşıyayken, liderlik yapan ve savaşın idaresini üstlenen kişiye desteğimizin güçlü olması zorunludur. Bu noktada aşındırıcı tutumlardan kaçınmak gerekir. Bu da zamanın şartlarını doğru anlamanın bir parçasıdır.
Savunma Konseyi Oluşturuldu
Elbette toplumda farklı görüşler vardır; siyasiler arasında, partiler arasında anlaşmazlıklar olabilir. Ancak asıl mesele, zamanın ve şartların farkında olmaktır. Zira bu durumlar dikkate alınmadığında, ortaya çıkan aşındırıcı tutumlar düşmanı bize karşı saldırıya daha da hevesli hale getirebilir. Bu açıdan konu büyük önem taşımaktadır ve dikkatle ele alınmalıdır.
Soru: Acaba Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi de bu açıdan meseleye müdahil olabilir mi?
Ali Laricani: Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin bu yönde her zaman belli mekanizmaları ve kararları olmuştur. Dolayısıyla yeni bir karar almasına gerek yoktur; çünkü geçmişte de bu doğrultuda çalışmalar yürütülmüştür. Ben de biliyorum ki geçtiğimiz günlerde bu yönde faaliyetler yapılmıştır. Önemli olan, bu mekanizmanın işlevini etkin biçimde yerine getirmesidir; yani uzmanlarla, gazetecilerle ve kalem sahipleriyle doğrudan iletişim kurması, onları bilgilendirmesi gerekir. Geçmişte de bu toplantılar yapılmış, şartlar onlara izah edilmiştir. Kanaatimce bu kişilerde zihinsel olgunluk büyük oranda mevcuttur. Şartlar net bir şekilde ortaya konulduğunda, onlar da makul ve doğru kararlar alabilmektedir.
Soru: Sayın Doktor, düşmanın bu savaşta stratejik bir yenilgiye uğramasına rağmen, biz de sahada taktik ve pratik düzeyde, özellikle askeri konularda ve bazı diğer alanlarda birtakım eksiklikler yaşadık. Zira bu konudaki devlet programı Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nde yoğunlaşmış durumda. Belki de kamuoyu bugün, muhtemel bir sonraki çatışma dönemi başlamadan önce, bu güvenlik, askeri, savunma ve medya alanındaki boşlukların doldurulması için neler yapıldığına dair mümkün olan ölçüde bir rapor almak isteyebilir.
Modern Savaş Dönemine Girdik
Ali Laricani: Savunma boyutunda, Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nde önemli bir karar alındı ve “Savunma Konseyi” oluşturuldu. Bu konsey, Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’ne bağlı bir alt birimdir ve görevi yalnızca savunma meseleleriyle ilgilenmek, silahlı kuvvetlerdeki aksaklıkları gidermek ve bu alanlarda gerekli düzenlemeleri yapmaktır. Konseyin mekanizması kurulmuş, çalışmalar başlamış ve ilk oturumu da gerçekleştirilmiştir. Çalışmalar düzenli şekilde takip edilmektedir.
Bu doğrultuda Genelkurmay Başkanlığı kendisine düşen görevleri üstlenmiş, Savunma Bakanlığı ihtiyaçların karşılanması için aktif bir şekilde çalışmaktadır. Özellikle Devrim Muhafızları Ordusu’nun ve Hava-Uzay Kuvvetleri’nin komutanları yoğun bir çaba sarf etmektedir. Bu süreçte gördüğümüz eksiklikleri mümkün olan en üst seviyede gidermek için gayret gösterilmektedir. Ayrıca uzmanların, yetkin gençlerin ve alanında ihtisas sahibi kadroların kapasitesinden de etkin biçimde yararlanılmaktadır.
Sekreterya bünyesinde de, modern savaş dönemine gerçekten girmiş olmamız nedeniyle, savunma alanında bir “teknoloji birimi” oluşturulmuş ve bu alana yoğunlaşılmıştır. Çalışmalar sürmektedir. Dolayısıyla bu alanda somut adımlar atılmıştır. Şahsen oldukça umutluyum; çünkü üniversitelerdeki pek çok uzman kadro da bu sürece entegre olmuş durumdadır.
Soru: Eğer mümkünse bu konuyu biraz daha somut ve ayrıntılı şekilde açıklamanızı rica ediyoruz.
Ali Laricani: Örneğin, savunma ve radar alanında bazı eksikliklerimiz vardı; şu an bu konulara yoğunlaşılmış durumda ve çalışmalar yürütülüyor. Aynı şekilde, bu meselelerle bağlantılı bazı başka alanlarda da çalışmalar devam ediyor. Elbette şu anda tüm detayları açıklamama gerek yok, ancak genel çerçevede işleyişin bu şekilde olduğunu bilmek yeterlidir.
Füze Kapasitemiz Düşmanı Zor Durumda Bıraktı
Öte yandan, bu savaşta özellikle füze kapasitesi ve benzeri alanlarda ciddi güçlerimiz vardı ki, bu durum düşmanı büyük ölçüde zor durumda bıraktı. Dolayısıyla bu alanda da çalışmaların sürdürülmesi ve kapasitenin daha da güçlendirilmesi gerekiyor; şu an bu yönde de faaliyetler devam ediyor. Savunma boyutunda süreçler takip ediliyor ve inşallah olumlu sonuçlar verecek. Görünen tablo şükürler olsun ki umut verici.
Soru: Bu çerçevede yeni teçhizat alımı gündeme geldi mi?
Ali Laricani: Evet, o da gündeme geldi. Ancak bizim esas dayanağımız iç dinamiklerdir; buna rağmen dış desteklerden de faydalanıyoruz.
Bir diğer önemli boyut ise güvenlik alanında yaşanan bazı sorunların giderilmesidir. Bu doğrultuda toplantılar düzenleniyor. Bu sorunların mutlaka çözülmesi gerekiyor. Üstelik mesele sadece insan kaynağı ile sınırlı değil. Örneğin “sızma” dediğimizde, bunun sadece insan faktöründen kaynaklandığı düşünülmemeli. Evet, bu da var, yok demiyorum; ama başka etkenler de söz konusu.
Soru: Aslında şunu söylemek isterim: İç kamuoyumuzda ortaya çıkan belirsizliklerden ve cevaplandırılmamış sorulardan biri de “nüfuz” meselesidir. Bu konuda şeffaf bir rapor sunulmamış olması, hem halkımız açısından soru işaretleri doğurmuş hem de düşmanın propaganda alanında istismarına yol açmıştır. Ülkenin güvenlik yetkililerinin bu konuda daha net konuşup konuşamayacağını bilmiyorum; eğer mümkünse biraz açıklama yapılması faydalı olacaktır.
Nüfuz Meselesi Geniş Bir Boyuta Sahip
Ali Laricani: Elbette bu meseleye çok ayrıntılı girmek gerekmiyor, çünkü bazı yönleri zararlı olabilir. Ancak mutlaka takip edilmesi gereken bir konudur. Önemli olan, bu meseleye dikkat edilmesi ve sürecin izleniyor olmasıdır. Başlangıçta oluşan genel kanaat, sanki mesele yalnızca sokaklarda ya da başka yerlerde dolaşan birtakım unsurların düşmana bilgi aktarmasından ibaretmiş gibi görülüyor. Oysa gerçek bundan ibaret değil. Nüfuz meselesi daha geniş bir boyuta sahip. Yeni teknolojiler, yoğun bilgi akışları ve bunların kesişmesi, yabancı servislerin işini çok daha ileri boyutlara taşıyabiliyor. Dolayısıyla teknolojik üstünlük ve bilgiye hâkimiyet, bu alanda büyük rol oynamaktadır. Asıl mesele de budur.
Artık sadece insan kaynağı gönderme gibi eski yöntemlerle sınırlı kalınmıyor. Evet, bu da hâlâ var, yok değil; ancak asıl önemli olan, istihbarat servislerinin ellerine geçen verileri birleştirerek onlardan sonuçlar çıkarması ve bu bilgileri operasyonlarda en iyi şekilde kullanabilmesidir. Bu nedenle, işin bu boyutuna çok daha fazla önem verilmesi gerekiyor. Ayrıca unutmamak gerekir ki, bizdeki eksikliklerin bir kısmı da medya anlatılarında kendini göstermektedir.
Genel olarak İran’daki medya ortamını kötü görmüyorum; birçok kişi bu alanda emek veriyor, makaleler yazıyor, radyo-televizyon ve farklı platformlarda konuşuyor. Hepimizin bildiği gibi bu savaş, beklenmedik, sürpriz ve aynı zamanda gayri ahlaki bir şekilde – yani aldatmayla birlikte – başladı. Dolayısıyla kabul etmeliyiz ki, medya ayağımız da o dönemde anlık bir duraksama yaşadı. Ancak kısa süre içinde toparlandı ve yeniden aktif bir şekilde rol üstlenmeye başladı.
Bugün asıl mesele, medya kapasitemizi hem artırmak hem de daha teknik hale getirmektir. Bana göre medya çalışmalarımız biraz düz ilerliyor ve bu da yeterince etkili olmuyor. Oysa kitle, ihtiyacı olan bilgiyi kısa, derli toplu ve doğrudan almayı tercih ediyor. Elbette her zaman böyle olmak zorunda değil; bazen kapsamlı ve uzun içerikleri de ilgi çekici bulabilir ve takip edebilirler. Ancak genel olarak halkın eğilimi, kısa ve öz bilgilere yöneliktir.
İmam Hamenei Savaş Sürecini En İyi Şekilde Yönetti
En önemli meselelerden biri de verilen mesajın samimiyetidir. Herkes kabul ediyor ki güvenlik gerekçeleriyle her şeyi söylemek mümkün olmayabilir. Ancak yanlış bilgi vermek de kesinlikle doğru değildir. Halk mutlaka medyanın yalan söylemediğine, gerçeği çarpıtmadığına inanmalıdır. Bazı konuları “şu an açıklayamıyoruz” diye dile getirmek mümkündür ve bu halk tarafından da kabul görür. Ama yanlış bilgi verildiği takdirde medya güvenilirliğini kaybeder. Bu yaklaşım temel ilke olmalıdır. Özellikle savaş koşullarında, halkın liderliğe duyduğu güven ne kadar önemliyse, aynı ölçüde medyaya da doğruluk açısından güvenmesi gerekir. Bu sayede halk hem dönemin şartlarını kabul edebilir hem de kendini ona göre uyarlayabilir.
Soru: Sayın Doktor! Muhtemelen bu süre zarfında Devrim Rehberi ile bazı toplantılar yaptınız ve yapıyorsunuzdur. Size sormak istiyorum: Bu yeni sorumluluğu üstlendikten sonra onunla yaptığınız ilk görüşme ve ilk toplantıda, sizden en önemli talebi neydi?
Ali Laricani: Onun temel isteği, genel olarak ülkenin ulusal çıkarlarını en iyi şekilde korumak ve kalıcı bir güvenlik sağlamak için elimizden gelen tüm çabayı göstermemizdi. Bu oldukça geniş kapsamlı bir konu olup, iç, bölgesel ve uluslararası farklı alanları da kapsıyor. Onun görüşü, bu çalışmanın kararlılık, sebat ve sağlamlıkla yürütülmesi gerektiği yönündedir. Onun davranış biçimi de aynıdır. Ben bu savaş süresince onun yürüdüğü yolda en ufak bir tereddüt görmedim.
İmam Hamaney'in Tavrı İmam Humeyni'ye Benziyor
Soru: O dönemde siz de onunla iletişim halindeydiniz, değil mi?
Ali Laricani: Evet, iletişim halindeydik ve rehberlikleri bize eksiksiz ulaşıyordu. Bazı toplantılarımız oldu, görüşlerimizi sürekli kendisine ilettik, geri dönüşlerini aldık ve bu tamamen gözle görülür bir şekildeydi. Şimdi de savaş sonrası iletişimimiz daha yoğun.
O, yolunda çok emin adımlarla ilerliyor ve bu tavrı daha çok rahmetli İmam’a benziyor. İmam Humeyni, Paris’teyken merhum Şehit Mutahhari onu ziyarete gitmiş ve birkaç gün İmam’a hizmet etmişti. Döndüklerinde havaalanına giderek onu karşıladık. Yol boyunca ona İmam’ı nasıl gördüğünü sorduk; Şöyle yanıtladı: “O’nu yoluna, halkına ve Allah’a inanan biri olarak gördüm, Allah’a güvenen biri.” Daha sonra bir kitabında da bunu dört “İNANÇ” olarak ifade etti: Hedefe iman, yola iman, halka iman, Allah'a iman. Ben bu süreçte de Ayetullah Hamenei’de aynı durumu gözlemledim; yani adımları tam bir güvenle atılıyor ve bu, ilahi yolda ilerleyen, hedef odaklı liderlerin özelliklerinden biridir.
Soru: Peki, başka bir alana geçelim. Siz de az önce kısaca değindiğiniz gibi, biz müzakerelerin ortasındayken düşman fiilen müzakere masasını bombaladı. Bu nedenle kesinlikle şu anki koşullarda müzakereye bakışımız ve yaklaşımımız, 23 Mayıs öncesiyle aynı değil. Sizce bu koşullarda diplomasi hâlâ işe yarayabilir mi ve işe yarıyorsa hangi şartlarla?
İranlılar Teslim Olmaz
Ali Laricani: Benim önerim her zaman İran’ın diplomasiye asla sırtını dönmemesidir, çünkü diplomasi başlı başına bir araçtır. İmam Hamaney de bir kez “Her zaman müzakere bayrağını elinizde tutun” demişti; bu tamamen doğrudur. Aslında diplomasi, hükümetin işinin bir parçasıdır ve bırakılması anlamlı değildir; önemli olan ne zaman ve nasıl kullanılacağıdır. Eğer düşman diplomasi sahnesini bir tiyatro veya gösteri alanına çevirirse, bu diplomasi hiçbir sonuç vermez. Ya da amacı diplomasi aracılığıyla başka bir şeyi meşrulaştırmaksa, o zaman bu diplomasi, diplomasi olarak dikkate alınmamış demektir ve aslında kullanmak istememiştir.
Ama eğer diplomasi, savaşla bir kazanç elde edemeyeceğimiz için barış sağlamak amacıyla yapılacaksa, işte o zaman diplomasi yerinde ve gerçek diplomasi olur. Ben şu an koşulları böyle görmüyorum; yani bu diplomasi, bahane üretmek için yapılan bir diplomasi gibi hissediliyor. Fakat buna rağmen diplomasiye son vereceğiz dememeliyiz.
Müzakerenin koşulları nasıl olmalı ve ne zaman sonuç verir? Müzakere ancak karşı taraf savaşın bir anlamı olmadığını anlayıp, sorunları müzakere yoluyla çözmek isterse sonuç verir. Ama eğer müzakereleri başka bir operasyon için bahane yapmak istiyorsa, bu doğru bir müzakere değildir. Bu nedenle bizim şartımız, gerçek bir müzakere yapmaktır.
Eğer savaş istiyorlarsa, işlerini yapsınlar; ne zaman pişman olurlarsa gelerek müzakere edebilirler. Ama gerçekten şu sonuca vardılarsa ki, bu dirayetli ve dayanıklı milleti savaşla teslim alamazlar — bu saçma sözler ki “İran’ı mutlaka baskı ile teslim almalıyız” diyorlar, İmam Hamenei de yanıtını verdi ve bu savaşta fark ettiler ki “İranlılar teslim olmaz” — işte gerçek bir müzakerenin yapılabilmesi için bunu anlamaları gerekir.
Hizbullah Lübnan Halkının İçinden Çıkmıştır
Soru: Sayın Doktor! On iki günlük savaşın ardından İran İslam Cumhuriyeti’nin direniş grupları ve cephesiyle ilgili vizyonu nasıl olacak? Siz bir Irak ziyareti, bir de Lübnan ziyareti gerçekleştirdiniz. Şu an Lübnan’da, İsraillilerin doğrudan askeri savaşla başaramadığı bir noktada, Hizbullah’a ağır baskılar uygulanıyor; silahlarını bırakması isteniyor. Öte yandan uluslararası medya ortamında, İran İslam Cumhuriyeti’nin “direniş cephesi” olarak desteklediği grupların zayıfladığı yönünde analizler yer alıyor.
Ali Laricani: Peki, eğer zayıfladıysalar, neden bu kadar ısrar ediyor ve baskı yapıyorlar? Zayıfladıysa zayıflamıştır artık. Genellikle baskı uygulanan yer güçlü olandır; zayıfsa, zayıftır zaten. Bana göre bu oldukça tuhaf bir söylem.
Dört beş yıl öncesine, bu olaylar yaşanmadan önceki medyaya bakarsak, o dönemde “zayıflama” tartışması yoktu, değil mi? Ama direniş ve İran’ın direnişle ilişkisi hakkında ne deniyordu: “İran yanlış yapıyor, bunlar bir şey değil, bunlar sadece İran için maliyet” deniyordu. Genel olarak söylemleri, “bunlar önemli değil, İran kendini boşuna tüketiyor, bunlar hiç bir şey ifade etmiyor” şeklindeydi.
Şimdi “direniş cephesi zayıfladı” deniyor; ama o zaman, onların gözüyle zayıf olmasa da aynı sözler, farklı bir üslupla dile getiriliyordu. Şimdi de “bunlar zayıf” deniyor; peki, zayıflarsa bırakın gitsinler, serbest bırakın artık. Neden bu kadar tasarlıyorsunuz, plan yapıyorsunuz onlar için?
Bana göre son iki yılda bu gruplar, hem kendileri hem de bölge halkı için büyük sıkıntılar yarattılar; insanları öldürdüler, yaraladılar, açlık yarattılar. Ama bunlar, kendine hiçbir sınır tanımayan bir rejimin işlediği suçlardır; her şeyi yaparlar ve Batı dünyası da bu vahşeti kabul etmiştir.
Sonra soru şu: Siz “Hamas’ı yok ettik” diyorsunuz, peki şimdi neden Gazze’yi ele almaktan korkuyorsunuz? İnsanları öldürdünüz, şehit ettiniz, aç bıraktınız ama Hamas’ı yok edemediniz. Neden yok olmuyor? Bu onların kendi ellerinde; siz insanları öldürdüğünüzde ve yok ettiğinizde, onların aileleri, gençleri var; siz onları kendilerini savunmak zorunda bırakıyorsunuz.
Hizbullah ne zaman ortaya çıktı? Hizbullah, İsrail doğrudan Beyrut’u işgal ettiğinde ortaya çıktı; Beyrut alındığında, prensip olarak hangi ülkenin halkı başka bir ülkenin egemenliğini işgalle kabul eder ki? Bu yüzden bazı gençler “Kendimizi savunmalıyız” dedi ve bu, Hizbullah’ın çekirdek yapısını oluşturdu. Şimdi “Hizbullah’ı İran kurdu” diyorlar! Hayır, bu insanlar kendi davranışlarıyla Hizbullah’ı yarattı. Evet, biz yardımcı olduk; yalan söylemiyoruz, yardım ettiğimizi söylüyoruz ve etmeye devam ediyoruz. Ama Hizbullah’ın asılını Lübnan halkı yarattı ve bu onlar için bir değer oldu; yani küçük bir ülke İsrail’e karşı direnebildi.
Hamas da aynı şekilde. Siz bir ülkeyi işgal ettiniz ve sonra “Hiç bir hakka sahip değilsiniz, topraklarınızı başkalarına vermelisiniz” dediniz; doğal olarak halk size karşı duruyor. Aynı durum Irak’ta da yaşandı; Amerikalılar Irak’ı işgal ettiğinde, direniş hareketleri ortaya çıktı; çünkü işgal ettiniz ve halka zulmettiniz, hem de askerlerin aptalca davranışlarıyla.
Peki Yemen’de neden direniş ortaya çıktı? Husiler her zaman vardı ve hükümetle sorun yaşıyordu; ama Yemen’i bombalamaya başladıklarında, “O zaman artık direnmeliyiz” dediler ve direniş hareketi şekillendi.
Dolayısıyla direniş, kendi davranışlarıyla ortaya çıkar ve ne kadar çok baskı uygularlarsa, direniş o kadar derinleşir. “Biz darbe vurduk” diyorlar; evet, darbe vurdular, doğru; Hizbullah’a darbe vuruldu. Ama soru şu: Hizbullah kendini yeniden inşa etti mi, etmedi mi? Öyle çok genç mücahit vardı ki kendi kendilerini yeniden inşa etmeye başladılar.
Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Brzezinski’nin bir kitabı var — bazı sanatçıların şiirlerini de oraya alıyor ve onlara atıfta bulunuyor — kitapta şunu söylüyor: “Orta Doğu’da karşılaştığımız bir olgu var; o da gençlerin siyasi bilinci ve ABD’ye karşı duydukları nefret.” Ardından örnek veriyor, örneğin bir Senegalli şair böyle bir şiir yazmış. Bu bir gerçek.
Onurlu İnsanlar Teslimiyeti Kabul Etmez
Amerikalılar baskı yaptığında ve “teorimiz güç yoluyla barıştır” dediklerinde, “güç yoluyla barış” ne demek? Anlamı ne? Bunu sahaya tercüme edin: ya teslimiyet ya savaş. Hangi onurlu insan teslimiyeti kabul eder? Üstelik Netanyahu gibi daha aptal biri de aynı şeyi tekrar ediyor ve “Ben de aynı görüşteyim” diyor! Şimdi kendini sahneye katmak istiyor. Bu hem o sonucu getirir hem de şu sonucu: Netanyahu “Küçük bir ülke olarak barışı güç yoluyla kurmak istiyorum” dediğinde, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün veya Kuveyt gibi bölge ülkelerine “Ya bana teslim olursunuz ya da savaşırız” diyor demektir. Böylece herkesi hassas bir noktaya getiriyor ve bu nedenle bölgedeki mevcut durum, herkesin İsrail’e karşı bir gard tutmasına yol açıyor.
Elbette bizimle de fikir ayrılıkları olabilir — yani bizim gibi düşünmüyorlar — ama İsrail’in davranışına itiraz ediyorlar ve İran’ın onun karşısında bir set olduğunu anlıyorlar.
Direniş Canlıdır
Bu bir noktadır. Bu yüzden bana göre direniş hem canlıdır hem de hareket halindedir.
Soru: İslam Cumhuriyeti’nin on iki günlük savaşın ardından politikası da eski politika gibi direniş akımlarını desteklemek ve güçlendirmek mi?
Ali Laricani Bakın! Her zaman zamana uygun karar vermek gerektiği konusunda hiç şüphe yok; fakat İslam Cumhuriyeti her zaman direnişi destekler, çünkü onu özgün bir akım ve bir değer olarak görür. Peki, onlar İsrail’den elini çekti mi? Şu anda ABD İsrail’den elini çekti mi? Hâlâ İsrail’i destekliyor. İran, “İslam’ın çıkarlarını koruyoruz ve İran’a karşı duyarlıyız” diyerek ortaya koyduğu kapasiteyi kullanmazsa, bu siyasi anlamda akılsızlık olur. İran, kendi imkanlarını kullanmak zorundadır. Düşman tüm küçük ve büyük kapasitesini kullanıyorsa, biz neden kendi kapasitemizi kullanmayalım?
Bazen “Direniş bize bir şey yapmadı” dediklerini görüyorum! Aslında amaçları zihninize etki etmek ve size şunu telkin etmek: “Bunlar sizin için bir yük, maliyet getiriyor, bırakın gitsinler, barış yapılabilir.” Geçtiğimiz günlerde bir dünya lideriyle, şimdi BM Güvenlik Konseyi üyesi olan biriyle konuşuyordum; ona “Bu uluslararası düzenlemeleri neden koydunuz?” dedim. “Bize saldırıyorlar ve siz, Güvenlik Konseyi üyesi olmanıza rağmen hiçbir şey yapmıyorsunuz, o zaman bu uluslararası düzenlemeler ne işe yarıyor?” dedi. “Bu düzenlemeler saçmalık, çünkü uluslararası arena güç demektir!” dedi. Eğer güçlerinizi korumazsanız, zarar görürsünüz. Bu çok kötü bir durum; uluslararası arena böyle, bir anlamda orman gibi, ama var olan bir gerçekliktir. İster kabul edin ister etmeyin; kabul etmezseniz, daha çok zarar görürsünüz.
Dolayısıyla güç unsurlarınızı güçlendirmelisiniz. İçeride halkınız önemlidir; halkınızı elinizde tutmalısınız, birliklerini sağlamalısınız, ihtiyaçlarını karşılamalısınız, halkla arkadaş gibi olmalısınız, otoriter konuşmamalısınız ve duygularını anlayabilmelisiniz. Bölgedeki imkanlarınızı da kullanarak bölgesel olarak birleşik olmalısınız. Hizbullah veya direniş güçlerinin bize yük olduğu düşüncesi stratejik bir hatadır. Bana göre hem onlar bize ihtiyaç duyuyor, hem de biz onların yardımını kullanmalıyız; çünkü onları izole etmek, İran’ın ulusal güvenliği açısından da faydalı değildir.
Hizbullah'ın Lider Kadrosu ve Gençleri Kararlı
Soru: Lübnan’a yaptığınız ziyarette, Şeyh Naim Kasım ile de görüştünüz; biraz daha diplomatik olmayan ve genel bir şekilde sorayım: O ziyaret ve yaptığınız görüşler çerçevesinde Hizbullah’ın yeniden doğuşu ve yeniden örgütlenmesi hakkında değerlendirmeniz nedir?
Ali Laricani: Daha önce de bu konudan bahsetmiştim. Ben gerçekten Hizbullah’ın güçlerini ve liderini yollarında son derece kararlı gördüm. Şimdi de Hizbullah’ın lider kadrosu ve gençleri tamamen kararlılar. Karşılama törenlerinde veya Şehit Nasrallah’ın türbesinde onlarla konuştuğumuzda, siz o nesli gördünüz; tabii bu sadece bir görüntüydü; kimse onları davet etmemişti, kendileri gelmişti. Ruh halleri böyle; haksızlığa uğradıklarını hissediyorlar, bu yüzden Lübnan’ı savunmak için canlarını ortaya koymuşlar. Şimdi bazıları çıkıp “Siz teslim olmalısınız!” diyor. Peki neden teslim olalım? Kime karşı teslim olalım? Onlar bu duruma üzülüyor.
Hizbullah Bizim Kardeşimiz Fakat Emir Kulumuz Değil
Bizim tutumumuz da her zaman şudur: Bu gruplar, ulusal bir diyalog içinde kendi meselelerini kendileri çözmelidir ve hâlâ bu ilkeye bağlıyız. Elbette biz direniş güçlerine hiçbir şeyi dayatmadık. Şimdi diyorlar ki “Bunlar İran’la bağlantılı.” Evet, bağlantılılar, çünkü bizim kardeşimiz; ama bu, emir kulu oldukları anlamına gelmiyor. Bizim yöntemimiz hiç öyle değil ve onların olgun bir bilinçle karar verebileceklerini düşünüyoruz.
İran’ın diğerlerinden farkı tam da burada ortaya çıkıyor; diğerlerinin stratejisi “Ya bize teslim olursunuz ya savaş” şeklindedir. Ama bizim görüşümüz, onların akıl olgunluğuna saygı göstermek gerektiğidir. Biz diyoruz ki sadece biz güçlü olmalıyız diye değil, bölge de bağımsız ve güçlü olmalıdır; Lübnan devleti güçlü olmalı, Irak devleti güçlü olmalı, Suudi devleti güçlü olmalı. Biz onların zayıf olmasını ve bizim egemen olmamızı istemiyoruz; egemenlik peşinde değiliz. Biz kardeşçe bir ilişki ve akıllı iş birliğini kabul ediyoruz ve bölgede bağımsız ve güçlü devletlere inanıyoruz.
Biz her zaman direnişi destekliyoruz ve İslam Cumhuriyeti’nin stratejisi de direnişi desteklemektir.
Uluslararası Atom Ajansı'nın Tutumu Utanç Verici
Soru: İzin verirseniz, nükleer enerji konusuna geçelim. Siz uzun yıllardır nükleer dosya ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile yürütülen süreçler konusunda kapsamlı bir deneyime sahipsiniz. Bu ajansın son olaylar ve bu savaş sürecindeki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz ve İslam Cumhuriyeti’nin ajansla etkileşim ve hukuki takibat açısından bu konuyu ele almak için hangi planları var?
Ali Laricani: Benim bildiğim kadarıyla, Bay ElBaradei ve ardından gelen nesil bu kişi gelene kadar ajans hiçbir zaman bugünkü bu yıkıcı durumda değildi! Yani biraz akıl vardı; doğru, Batı’nın etkisi altındaydılar ama uluslararası ilişkileri de bir ölçüde gözetiyorlardı. Bu kişi sanki İsrail ve ABD’ye boş bir çek imzalamış gibi; yani bu savaş sürecinde fitili ateşleyen kişi oldu.
Uyarıcıdır ki, güvenlik önlemleri düzenlemelerinde, ajansın NPT üyesi ülkeleri savunması, hemen Yönetim Kurulu toplantısı yapması ve sonucu BM Güvenlik Konseyi’ne iletmesi gerektiği yazıyor. Ama o sadece izledi ve hatta kınamadı! Böyle bir kişi ajansın Genel Direktörlüğü’ne layık mı? Bay ElBaradei ise oldukça akıllıca hareket ediyordu; elbette uluslararası baskı her zaman vardı ama bir ölçüde profesyonel bir merkezin itibarını koruyordu. Şimdi ben yüzde yüz demiyorum ama en azından bazı görünürlükler, genel olarak uzmanlık yaptıklarını gösteriyordu. Bu kişi ise tamamen bıraktı ve teslim oldu.
Son savaş geldi; bizimle savaşa girdiler, nükleer tesislerimizi bombaladılar, ajans tek bir açıklama bile yapmadı; kınamadı! Gerçekten utanç verici.
Bana göre, önce ajansın kendisi için bir çözüm düşünülmeli; bu ajansın hangi niteliğe sahip olduğu sorulmalı. Şu anda ülkeler için gerçekten şu soru ortaya çıktı: “Ajansın niteliği nedir?” Biz NPT üyesiyiz; ajansla çalışmanın bize ne faydası var? Ben NPT’den çıkalım demiyorum; ama bu, halkımız ve tüm ülkeler için mantıklı bir soru.
Soru: NPT’den (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması) çıkmak, İslam Cumhuriyeti’nin seçeneklerinden biri mi?
NPT Bizim İçin Anlamsızdır
Ali Laricani: Bu ihtimal her zaman vardır. Tabii ki, kimsenin şu anda bunu yapacağını söylemiyorum; çünkü bu da tedbirle yapılmalı ve niteliğine bakılmalıdır. Biz bomba peşinde değiliz; bir ülke bomba peşindeyse NPT’yi kabul etmemeli. Ama bomba peşinde değilse, NPT’yi kabul etmelidir ve kabul etmemesi için bir gerekçe yoktur. Ama gerçek şu ki, NPT bizim için hiçbir anlam taşımamıştır.
Bakın! Siz bu konularda güç kullanırsanız işiniz ilerler — uluslararası arena böyledir — ama diplomasi sahnesinde sarılmakla sorun çözülür diye düşünürseniz, hayır, böyle bir şey yok. Gücünüz varsa işiniz ilerler; dolayısıyla İran güç peşinde olmalıdır.
Soru: Peki bu sözün nükleer politikamızdaki karşılığı nedir?
Ali Laricani: Nükleer politikamızdaki karşılığı şudur: Müzakereleri asla bırakmayın, ama müzakerede teslim de olmayın; bunun yerine akılcı çözümler sunun. Esnek olmamak gerektiğini söylemiyorum, ama esnekliğin uygulanacağı yer, karşı tarafın sorunu çözme niyetinde olduğu yer olmalıdır. Örneğin bir dönem İslam İnkılabı Rehberi de “kahramanca esneklik” demişti; bu, karşı taraf da bunu yapmak istediğinde geçerlidir. Ama karşı taraf “teslim olmalısınız” derse, burada teslim olunmaz; burada direnilmeli.
Soru: Önümüzdeki haftalarda “snapback” (tetik mekanizması) meselesiyle karşı karşıyayız. Bu tartışmalar aylar öncesinden başlamıştı. Bu süreçte Avrupalılar, İran’a karşı tehdit unsuru olarak bu mekanizmayı devreye sokma rolünü üstlenmiş durumda. Peki, bu araç ve Avrupalıların bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa Ülkeleri ABD'ye Yardım Ediyor
Ali Laricani: Avrupalıların ne yaptığı ortadadır, değerlendirmeye bile gerek yok; gün gibi açıktır. Bunlar, Amerika’nın operasyonlarının bir kısmını yürütüyorlar. Ancak bu konuda görüş ayrılıkları vardır. Rusya ve Çin gibi birçok ülke açıklama yaptı ve bu mekanizmanın, taraflardan birinin nükleer anlaşmaya (JCPOA) bağlı kalmaması durumunda kullanılabileceğini belirtti. Peki, kim bağlı kalmadı? Bizim tesislerimizi bombaladılar; o halde neden bu mekanizmayı bize karşı işletiyorsunuz? Uluslararası hukuk açısından tablo son derece üzücüdür. Gerçekten, uluslararası sahne tuhaf ve acı verici olaylarla doludur.
Bir diğer görüş ayrılığı da şudur: Tetik mekanizmasını devreye sokmak istiyorsanız, hemen Güvenlik Konseyi’ne gidemezsiniz. Önce başvuru yapılmalı, ardından bir uzmanlar heyeti devreye girmeli, daha sonra bakanlar düzeyinde görüşülmeli, değerlendirilip öyle Güvenlik Konseyi’ne taşınmalı. Ama onlar doğrudan Konsey’e gittiler.
Bir diğer nokta ise şu: Amerika anlaşmadan çıktı. Geriye altı ülke kalıyor: İran, Rusya, Çin ve üç Avrupa ülkesi. Yani tablo üçe üç. Peki, nasıl karar alacaksınız? Yedi ülke olsaydı çoğunluk bir anlam ifade ederdi, ama şimdi üçe üç. Dolayısıyla kurallara göre hareket edecek olsalar, bu iş öyle kolay değil.
Avrupa ve Amerika Üzerimizde Baskı Kuruyor
Sorunun çözümünde mantıklı yol, müzakereyle ilerlemekti. Ancak onlar baskıyla çözmek istiyor. Baskının da iki yöntemi var: Amerikalılar gibi doğrudan bombalamak ya da Avrupalıların yaptığı gibi bunu bir tehdit unsuru olarak sürekli gündemde tutmak. Ancak metinde olan budur; bu yüzden de bu konuda ciddi görüş ayrılıkları vardır.
Soru: Sayın Doktor! Günümüz şartlarında Çin ve Rusya İle ilişkilerimiz nasıldır?
Çin ve Rusya İle İlişkilerimiz Oldukça İyi
Ali Laricani: “Bizim Çin ile stratejik iş birliği ve anlaşma geçmişimiz var. Bugünkü şartlarda Çin ve Rusya ile ilişkilerimizin nasıl ilerlediği soruluyor. Hatta bazı çevreler, bu iki ülkenin mevcut savaşta beklenen ölçüde etkin bir tavır sergilemediğini dile getiriyor. Ancak ben genel bir değerlendirme yapmak gerekirse şunu söyleyebilirim: Çin ve Rusya ile ilişkilerimiz oldukça iyi seviyededir. Hem siyasi hem ticari düzeyde önemli temaslarımız var. Bunun yanında askeri ve güvenlik alanında da ciddi iş birlikleri yürütülüyor.
Elbette her ülke, kendi öncelikleri ve stratejik hesaplarına göre hareket eder. Biz de bu gerçeği dikkate alıyoruz. Hiçbir ülkeden tam anlamıyla bizim istediğimiz biçimde hareket etmesini beklemek doğru değildir. Her devlet, kendi koşullarına göre iş birliği çerçevesi oluşturur.
Yaptırımları Aşmanın Yollarını Bulduk
Batılı ülkeler bizimle çalışmayı reddettiğinde, biz de doğal olarak alternatif yollar aradık. Çin ve diğer ülkelerle ilişkilerimizi bu doğrultuda geliştirdik. Onların zaman zaman mesafeli yaklaşımlarına rağmen, biz stratejik iş birliği kurduk ve gerçekten de önemli ölçüde destek gördük. Yıllardır süren yaptırımlar döneminde de komşu ülkelerimizle ve bu ülkelerle çalışmaya devam ettik.
Siyasette çözüm yolları ülkelerin sayısı kadar çeşitlidir. Batı’nın, İran’ı köşeye sıkıştırdığında pes edeceğini düşünmesi yanlıştır. İran her zaman başka bir yol bulmayı bilmiştir. Bu açıdan komşularımız ve diğer ülkelerle iş birliğini artırmak doğru bir karardı ve bu sayede yaptırımların etkisi önemli ölçüde hafifletildi.
Elbette yaptırımların tüm etkileri ortadan kalkmış değil; ekonomimize bazı yansımaları hâlâ var. Ancak hiçbir şey yapmadan oturup beklemek de mümkün değildi. Dolayısıyla devletin aldığı kararların doğru olduğunu düşünüyorum. Kimisiyle daha yoğun, kimisiyle daha sınırlı olmak üzere farklı düzeylerde iş birliklerimiz sürüyor.”
Soru: Savaş öncesinde bir yıl boyunca gündemde olan, savaşın sonlarına doğru yeniden tartışılan ve şimdi de savaşın üzerinden bir süre geçmesine rağmen yeniden dillendirilen bir konu var: Diplomasi ile sahadaki mücadelenin ne kadar uyumlu olduğu ve aynı projeyi mi ilerlettikleri yoksa her birinin kendi yönüne mi çektiği meselesi. Bu konudaki görüşünüz nedir?
Ali Laricani: “Diplomasi ile saha birbirinden ayrı değildir; bunların hepsi milli gücün unsurlarıdır.”
Diplomasi İle Saha Birbirinden Ayrı Değildir
Soru. Son bir yıldır, özellikle İsrail’e karşı tutum ve yaklaşımda diplomasinin bir şey istediği, sahadaki mücadelenin ise başka bir şey talep ettiği yönünde bir algı gündeme gelmişti.
Ali Laricani: ''Diplomasi ile saha birbirinden ayrı değildir. Bunları iki farklı alan olarak görmek doğru değildir. Ülkeler milli güçlerini inşa etmeye çalışırken, bütün unsurları — diplomasi, saha, ekonomi, kültür ve toplum — birlikte değerlendirirler. Bu unsurlar arasında denge kurulması gerekir. Yani milli güç için gerekli adım neyse, ona göre diplomasiye, sahaya, ekonomiye ve kültüre görev düşer. Asıl hedef, milli çıkarları ve milli gücü artırmaktır. Bunun yansıması sahada da olur, diplomaside de, ekonomide de, kültür ve toplumda da. Başarılı bir ülke, milli güç doğrultusundaki ana stratejisini doğru tanımlayan, bunu zamanında hayata geçiren ve her alanda doğru şekilde tercüme eden ülkedir.”
Soru: Yani diplomasi ile saha uyum içerisinde miydi?
Ali Laricani: “Bizim için diplomasi ve saha her zaman uyum içinde olmuştur, bugün de öyledir. Bu konuda herhangi bir sorun yoktur ve iki alan yan yana hareket etmektedir. Özellikle Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin temel görevi de budur; yani bir mesele ulusal güvenlik açısından zorunlu hale geldiğinde, diplomasinin ne yapması gerektiğini, sahanın nasıl hareket etmesi gerektiğini ve ekonominin üzerine düşen rolü belirlemek. Anayasa’da da Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi, ekonomi, savunma ve diplomasiyi birlikte değerlendirme merkezi olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle konseyin yapısında askeri, ekonomik, dış politika ve iç siyaset unsurlarının tamamı yer almaktadır.”
İran Jeopolitik Boğulmaya Karşı Tedbirini Alıyor
Soru: Ermenistan-Azerbaycan anlaşması İran için jeopolitik tehdit oluşturur mu?
Ali Laricani: “Bu gelişme sadece İran’a özgü değil; daha geniş bir tasarımın parçasıdır. Orta Asya ve Kafkasya’nın yoğun şekilde kullanılması planlanıyor ve ABD, NATO gibi aktörler de bu bölgeye şüpheyle bakmaktadır. Bu durum aynı zamanda Rusya’ya baskı niteliği taşırken, bize de baskı anlamı taşımaktadır.
Asıl mesele, bunun İran için jeopolitik bir boğulma oluşturup oluşturmayacağıdır. Bu, bizim bu meseleyle nasıl bir ilişki kurduğumuza bağlıdır. Ermenistan Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri benimle iletişime geçti, ayrıca Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı ile de temas kurarak izahat verdi. Doğrusu, attıkları adımın ne kadar isabetli olduğunu söylemek zor; daha dikkatli hareket edebilirlerdi. Ancak onların açıklaması, ticari bir iş yaptıkları, farklı güzergâhlar açmayı hedefledikleri ve Kuzey-Güney hattını kesmek istemedikleridir.
Elbette bu hususun yazılı ve somut hale gelmesi gerekir. Telefon görüşmeleri tek başına yeterli değildir. Eğer bu mesele resmiyet kazanır ve üzerinde anlaşmaya varılırsa, İran için bir jeopolitik boğulma oluşturmaz. Bu konu ayrı, Kuzey-Güney koridoru ayrıdır. Ancak eğer engelleyici bir mahiyet kazanırsa, o zaman risk oluşturabilir. Dolayısıyla mesele, bu sürecin nasıl yönetileceğine bağlıdır. Şu anda da bu konudaki görüşmelerimiz devam etmektedir.”
Soru: Sahada yaşanan gelişmeler İran için doğrudan bir tehdit oluşturur mu?
12 Günlük Savaşta Komşularımızın İsrail İle İşbirliğ Yaptığına Dair Delil Elimizde Yok
Ali Laricani: “Şu aşamada bu gelişmeler kendi başına doğrudan bir tehdit sayılmaz; ancak bunun için gerekli adımların atılması şarttır. Elbette sürekli dikkat ve teyakkuz gereklidir. İslam Cumhuriyet’nin analiz sisteminde, bölgede ‘jeopolitik boğulma’ şu şekilde tanımlanır: İran’ın Ermenistan’a olan kara yolu bağlantısının kesilmesi. Eğer bu hat kapanır ve İran’ın erişimi engellenirse, işte o durumda gerçek bir jeopolitik boğulmadan söz edilebilir. Ancak Ermenistan’ın İran’a verdiği mevcut açıklamalar, böyle bir durumun söz konusu olmadığını göstermektedir. Eğer gerçekten böyle bir tehlike ortaya çıkarsa, İran mutlaka buna karşı duracaktır. Şimdilik gelen bilgiler bu yönde değildir. Konunun daha netleşmesi için Cumhurbaşkanının gerçekleştireceği ziyaretin belirleyici olacağı kanaatindeyim. Komşu ülkelerle olan ilişkilerimiz, özellikle de onların İsrail’le askeri iş birliği iddiaları, kamuoyunda soru işaretlerine yol açmaktadır. Eğer gerçekten İsrail’le bir iş birliği söz konusu olmuşsa, bu kesinlikle bizim beklentimiz dahilinde değildir.”
Soru: Yani onlar 12 günlük savaşta siyonist rejimle işbirliği yaptılar mı?
Ali Laricani: “Bugüne kadar bu konuda herhangi bir işaret veya somut delil elde etmiş değiliz. Bizim söylemlerimiz mutlaka belgeye dayanmalı. Bazı iddialar dile getiriliyor, ancak elimizde kesin kanıt bulunmuyor. Azerbaycan devleti de açıkça böyle bir iş birliği olmadığını ifade ediyor. Biz de masaya koyabileceğimiz herhangi bir delile ulaşmış değiliz. Azerbaycan kültürel açıdan da bize yakın ve dost bir ülkedir. Elbette bazı konularda aramızda görüş ayrılıkları olabilir. Güney bölgemizdeki bazı ülkelerle de benzer durumlar yaşanabiliyor. Biz dostluk ilişkilerimizi yürütürken bu faktörleri göz önünde bulunduruyoruz. Dostluk mutlak bir kavram değil; bazı alanlarda yakın iş birliği olabilirken, bazı konularda farklılıklar yaşanabilir. Büyük ülkelerden Rusya ve Çin’le ilişkilerimiz var, ancak onların da İsrail’le temasları bulunuyor. Burada asıl önemli olan bizim kendi çıkarlarımızdır. Günümüz dünyasında bu çeşitlilik bir gerçekliktir. Bizim İsrail rejimine bakış açımızı tüm ülkeler paylaşmıyor. Bununla birlikte Irak gibi bazı ülkeler, bizimle aynı görüşü taşıyor. Bu tür bir ihtimal her zaman teorik olarak mümkündür, ancak şu an için böyle bir durum söz konusu değildir. Azerbaycan hükümetinin yaptığı açıklamalar da bize karşı herhangi bir eylem gerçekleştirdiklerine işaret etmiyor. En azından şu anda Güvenlik Konseyi’nde bu yönde güçlü bir kanıt bulunmuyor. İnancımız odur ki, komşu, Müslüman ve dost bir ülke olan Azerbaycan böyle bir adım atmaz. Yaptığımız incelemelerde bu konuda herhangi bir delil bulmadık. Elbette bir gün böyle bir kanıt ortaya çıkarsa, o zaman farklı şekilde hareket ederiz. Ancak şu an elimizde hiçbir belge yok ve temelsiz iddialarla adım atamayız.”
Tetik Mekanizması Karşısında Tavrımız Net
Soru: Sayın Doktor, önceki tartışma bağlamında, tetik mekanizmasının devreye gireceği ve bunun başlatılacağı görülüyor. Bu durumda, İran’ın yanıtı ne olacak?
Ali Laricani: Bu konu şu anda içeride inceleniyor ve bildiğim kadarıyla bazı ülkeler bu durumun yaşanmaması için müzakereler yürütmeye çalışıyor; Rusya ve Çin ise farklı bir tutum sergileyerek engel olmaya çalışıyor.
Soru: Eğer uzatma önerisi sunulursa, İran bunu kabul edecek mi?
Ali Laricani: Bu konuda görüş ayrılıkları var. Bizim görüşümüz bu değil. Bazı ülkeler bu öneriyi sundu, ancak İran buna itibar etmiyor; yani İran, bunun yeni bir düzenleme olacağını ve zaman zaman “tamam, şimdi altı ay oldu, bir dahaki sefere bir yıl olsun” denebileceğini düşünüyor. Biz on yıl içinde tamamlanması gereken bir anlaşmaya sahiptik; artık, sözde, sürekli ekleme yapılması gibi bir durum söz konusu değil. İran buna gerçekten sıcak bakmıyor. Elbette, bazıları içeride “örneğin altı ayı kabul edelim” demiş, fakat genel olarak biz bunu kabul etmiyoruz.
Soru: Yani Güvenlik Konseyi henüz bu konuda karar vermedi mi?
Ali Laricani: Hayır, bu mesele için Güvenlik Konseyi’nde izlenmesi gereken yollar var. Tetik mekanizmasının kullanım şekli konusunda görüş ayrılıkları bulunuyor ve önemli ülkeler de bu farklı görüşlere sahip. Eğer konu Güvenlik Konseyi’ne taşınırsa, orası da tartışma konusu olur; orada aktif hale getirip getirmemeye karar verebilirler.
Soru: Peki, bu olursa, İran İslam Cumhuriyeti’nin bu konuda planı nedir? Görünüşe göre bu en kötü senaryo!
Ali Laricani: O zaman da planımızı yaparız. Siz en kötü senaryoyu düşünüyorsunuz, ama şimdilik o zamana daha çok var.
Fabrikaların Kapanmasına İzin Vermemeliyiz
Soru: Son olarak, eklemeniz gereken bir nokta olduğunu düşünüyorsanız, lütfen kendiniz paylaşın.
Ali Laricani: Benim gerçekten düşüncem şu ki, mevcut koşullarda hepimizin önceliği halkın ihtiyaçlarını karşılamak olmalı; bu, şu anda bizler için en acil ve en hassas konu. Bence çözüm yolları da var; yani gayret göstermek gerekiyor. Ülkede halkın temel ihtiyaçlarını karşılamada zorluk çekmesi, her şeyden önce çok can sıkıcı ve mutlaka çözülmeli.
Bunun yanında elektrik ve doğalgaz gibi bazı sorunlar da var ki bunlar çözülebilir nitelikte. Gayret göstermek gerekiyor; yani fabrikalarımızın kapanmasına izin vermemeliyiz. Fabrikalar durursa, ulusal servetiniz azalır. Şu anda İran’da bu durumun yaşanmaması gerekiyor.
Ayrıca, bazı ülkelerle yürütülen görüşmelerde hükümet, bu dengesizlikleri ve zorlukları çözebilmek için çalışıyor. Belki de bu, tüm dikkatimizi vermemiz gereken odak noktasıdır. Elbette, işin yükü daha çok hükümet ve meclisin omuzunda; biz ise bunun ulusal güvenlik boyutunu üstleniyoruz. Ama kaygılıyız, çünkü bu durum halkın dayanıklılığını olumsuz etkiliyor.