Şeyh Naim Kasım: 'Lübnan hükümetinin kararı 5 Ağustos’ta geldi. Bu karar; direnişi, direnişin halkını ve Lübnan’ı saldırılar sırasında savunma silahlarından mahrum bırakıyor.'
HİZBULLAH GENEL SEKRETERİ ŞEYH NAİM KASIM’IN, İMAM HÜSEYİN’İN (A.S.) ŞEHADET YILDÖNÜMÜNÜN KIRKINCI GÜNÜ (ERBAİN) MÜNASEBETİYLE YAPTIĞI KONUŞMANIN TAM METNİ:
Bağışlayan ve esirgeyen Allah’ın adıyla… Hamd alemlerin Rabbine, salat ve selam yaratılmışların en hayırlısı, velimiz, sevgilimiz, önderimiz Ebu’l-Kasım Muhammed Mustafa’ya, iyi ve temiz Ehli Beytine, doğru ve seçkin ashabına, bütün peygamberlere, gelmiş ve kıyamete kadar gelecek tüm salihlere olsun.
Selam olsun sana ve senin civarında yer tutan ruhlara ey Eba Abdillah! Yaşadığım sürece, gece ve gündüz var olduğu sürece selam olsun size. Ve Allah bunu ziyaretiniz için son ahdim yapmasın.
Selam olsun Hüseyin’e, Ali bin Hüseyin’e, Hüseyin’in çocuklarına ve Hüseyin’in dostlarına.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Ba’albek şehrindeki ve Ba’albek-Hermel bölgesindeki tüm köylerden gelen, İmam Hüseyin’in (a.s.) erbainini (kırkını) anmak, bayrağı tekrar yükseltmek, desteklemek, bereketlendirmek adına gelen ve bu büyük yolda olmak için çalışan bu Hüseyni kalabalıklara selam olsun.
Bu büyük anıyı yaşatmak için erbain yolunda kutsal şehir Kerbela’ya yürüyen milyonlarca insana selam olsun.
Bu toplantıda konuşmamı üç noktada ele alacağım:
Birinci nokta; Aşura’yı anma, erbaini yani İmam Hüseyi’in (a.s.) erbainini anmakla alakalı olacak.
İkinci nokta, Temmuz 2006 zaferiyle ilgili olacak.
Üçüncü nokta ise ülkemizde yaşadığımız siyasi durumla alakalı olacak.
Toplanmamızın sebebi olan büyük anma töreni erbain ile başlıyorum. Bu, zamanın geçmesiyle tükenmeyen, İmam Hüseyin’in (a.s.) bizi aydınlatışıdır. Bu hatırayı ne kadar ihya edersek ne kadar çok imkanlarını, ışıklarını, armağanlarını ve büyüklüğünü keşfedersek aydınlığı o kadar artacaktır.
Bu anmanın bizi aydınlatan ışıkları vardır ve bunlardan bazılarını bu toplantıda zikredeceğim.
İlk Işık: İmam Hüseyin (a.s.), Kerbela’da ailesi ve dostlarıyla birlikte gerçekleştirdiği hareket, ayaklanma ve devrimle Hanif dinin temellerini sağlamlaştırdı. Doğruluğu, onuru ve ayağının tozuna canlarımız feda olsun, çağın ve zamanın efendisine hazırlık mantığını sağlam bir zemine oturttu. Islah için yola çıktı: “Ben yalnızca Allah’ın Resulü dedemin ümmeti içinde yanlışları düzeltmek için yola çıktım.” Evet, bu ıslah; dini pratik düzeyde, davranış düzeyinde, yönetim, liderlik ve idare düzeylerinde doğru yoluna döndürmek içindi.
Dinin gereği gibi ayağa kaldırılması ancak vakar, yüksek maneviyat ve zorluklar karşısında güçlü bir duruşla mümkündür. İmam Hüseyin'in (a.s.) de ailesi ve dostlarıyla yaptığı şey budur. “İzzet Allah’a, Resûlüne ve mü’minlere aittir.” Onlar ki ne olursa olsun batıla ve dalalete boyun eğmezler. Onlar ki zorluklardan ve düşmanların mü’minleri tutumlarından caydırmak için yaptıkları çirkin eylemlerden etkilenmezler.
Bu öyle bir izzettir ki; İmam Hüseyin’in (a.s.) duruşu öyle bir duruştur ki İmam Mehdi’nin (Allah önderlik edeceği kurtuluşu tez zamanda nasip etsin) zuhuruna zemin hazırlamıştır. Bu kurtuluşta, dünya çapında, temiz mü’minler kendisine eşlik edecektir. Onlar ki sınanmış, elenmiş, sıkıntılı ve karmaşık zamanlardan geçmiş ve kurtuluş gelsin diye zorluklarla yüzleşmişlerdir.
İmam Hüseyin’in (a.s.) mücadelesi ve devriminin bereketiyle, Allah’ın izniyle biz kurtuluş yolundayız.
İkinci Işık: İmam Hüseyin’in (a.s.), ailesinin ve dostlarının şehadeti, şehadetinden sonra kişinin elde ettiği hayat kazanımıyla sınırlı olmayan bir şahitliktir. Ayet-i Kerime’de belirtilmiştir: “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, cennet karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu; Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah'ın üzerine aldığı gerçek bir vaattir.” Evet bu, Yüce Allah'ın yolunda şehit olanlar için bir kazançtır.
Fakat biz de burada pek büyük bir kazançtayız: “Ve arkalarından henüz kendilerine katılmamış olanlar için, kendileri adına hiçbir korku olmadığına ve üzülmeyeceklerine sevinirler.”
Hüseynî bir tavırla ve Kerbelaî bir duruşla düşmana karşı koyacak olan siz ey, inanmış mücahitler! Sizin için tarih boyunca sevinirler. İmam Hüseyin (a.s.), şehadeti bireysellikten toplumun dirilişine dönüştürdü. İmam Hüseyin’in şehadeti sadece kendisi veya dostları için bir diriliş değildir. Şehadeti, kendisinden ilham alan ve geleceğini inşa eden ümmet için bir diriliştir.
Üçüncüsü: Kerbela, bedenin ve dünyanın bir anlamının olmadığı, aksine ruhun ve insanın değerli olduğu bir ilahi aşk okuludur.
Bu nedenle, İmam Hüseyin’i (a.s.) ailesi ve dostlarıyla birlikte Yüce Allah’ın âşıkları olarak görüyoruz. Zor anlarında namaz kılarak görevlerini tam manasıyla yerine getiriyorlar ve dinlerini ayağa kaldırıyorlardı. Zor anlarında ve fedakârlık zamanlarında kendilerine lütufta bulunmasını umarak Yüce Allah’a yalvarıyorlardı. Kanlarını Yüce Allah’a yakınlaşmak için sunuyorlardı. Onlar, Yüce Allah’ın seçtiği, ayırdığı ve en yüce makamlara yükselttiği âşıklarıdır. İşte Kerbela böyle bir şeydir.
Dördüncüsü: Dünle bugün arasında İmam Humeynȋ’nin (Allah onun mübarek ruhunu şad etsin) dediği gibi “Her gün Aşura, her yer Kerbela” diyoruz. Bu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.a.) “Ben Hüseyin'denim, Hüseyin bendendir ve ben Hüseyin’denim” sözünden, süreklilik ve aralıksız bağış yoluyla türetilmiş bir yaklaşımdır.
Bugün toplumumuzu, geleceğimizi, çocuklarımızı ve torunlarımızı inşa ediyor ve hayatlarımızı Yüce Allah sevgisinde erimiş Hüseyin, Kerbela ve Zeyneb’in terbiyesi temeli üzerine kuruyoruz. Bizim için her toprak, aşkın, bağışın, izzetin ve istikametin Kerbela’sıdır. Her an, bizim için bir zafer, bağış, fedakârlık ve büyük hedeflere ulaşma zamanıdır. Doğru bir insani konumda olabilmek adına bu yüce yolda terbiye oluyoruz. “Zillet bizden uzaktır!”
Beşinci Işık: Tarihin her döneminde iki seçenekle karşı karşıyayız: Ya Hüseyin’le birlikte olacağız ya da Yezid’le. Seçimimiz çağın Hüseyin’i ile beraber olmak. Zamanın Hüseyin’i, İmam Humeynȋ’nin (Allah ruhunu şad etsin) bizlere verdikleri ve tavırlarında vücut bulmuştur. Sonrasında onu İmam Hamaney (gölgesi üzerimizde daim olsun) takip etti. Şeyh Ragıb, Seyyid Abbas, ümmetin şehitlerinin efendisi Seyyid Hasan Nasrullah (Allah ondan razı olsun), Seyyid Haşim Safiyuddin ve Yüce Allah yolunda fedakârlık yapan herkes onun yolunda yürüdü. Bu çizgi İmam Mehdȋ’ye (Allah önderlik edeceği kurtuluşu tez zamanda nasip etsin) ulaşmaktadır. Biz, zamanımızın Hüseyin’iyle birlikteyiz. Direniş hareketiyle birlikteyiz. Batıla karşı hakla birlikteyiz. Filistin’in kurtuluşundan yanayız. Yüce Allah'a karşı görevimizi yerine getirmemize katkı sağlayan işleri yapmaktayız. Amerikan zulmü, İsrail zulmü, İsrail saldırganlığı ve bu yolu izleyen herkes tarafından temsil edilen zamanımızın Yezid’ine karşıyız. Kimin temsil ettiği veya kimin yanında durduğu önemli değil, bu yaklaşıma karşıyız. Bedeli ne olursa olsun, her zaman doğru olanı sağlamlaştırmak adına ayağa kalkmaya çalışıyoruz. Burası Kerbela.
Bugünkü direniş Kerbela okulunun eseridir. İmanlıdır, Yüce Allah’a âşıktır. Ümmet için hayattır. İmam Hüseyin’in (a.s.) yolunu takip eder. Ayağının tozuna canlarımız feda olsun, çağın ve zamanın efendisine teslim edilecek sancaktır. Haydi, çağın ve zamanın efendisinin zuhurunu kolaylaştıracak duayı birlikte okuyalım. Birlikte tekrar edelim. Kurtuluş duasını okuyacağım ki beraber söyleyelim inşallah:
“Allah’ım! Salâtın velin, huccetin İmam Hasan’ın oğluna ve atalarına olsun, Allah’ım şimdi ve her zaman onun velisi, koruyucusu, önderi, yardımcısı, rehberi ve gören gözü ol. Nihayetinde onu dünyada -ey merhametlilerin en merhametlisi- itaat edilen kıl ve uzun bir müddet kendisini burada faydalandır.” Salât efendimiz Muhammed Mustafa’ya ve temiz Ehli Beytine olsun.
İkinci Nokta
14 Ağustos 2006’da Temmuz 2006 zaferini kutladık. Direniş, halkı ve ordusu 33 gün boyunca büyük bir savaş verdi ve sonuç, bu kopuk düşman İsrail ve arkasındakilerle yüzleştiğimiz Sadık Vaad Savaşı ile büyük bir zafer kazandık. Bu zaferin neticesi, ilahi, Muhammedi, Alevi, Hüseyni ve Mehdevi desteğin bereketidir. Zaferimiz ilahi bir zaferdir; çünkü Allah, sayımızın ve teçhizatımızın azlığına ve bize karşı toplananların çokluğuna rağmen bize yardım etti. Allah, bu büyük zaferi elde etmek için yürek gücümüzle, aklımızın hikmetiyle, bileğimizin cüreti ve adımlarımızdaki cesaretle; kanımızı verme, yaralanma ve esir düşme şeklinde karşılık bulacak fedakârlıklara hazır oluşumuzla bize yardım etti. Ve Allah'a şükürler olsun ki, başardık ve İsrailliler yenilgilerini kabul etti.
İşte bu Temmuz zaferi; iradenin zaferi, direnişin zaferidir. Temmuz zaferi; vatanımızın kurtuluşu, İsrail’in işgal ve yerleşimine mâni olan hezimetidir. Temmuz zaferi; bu Lübnan gerçeğini düşünerek istediğimizi elde etmektir. Temmuz zaferi; ordu, halk ve direniş üçlüsünün zaferidir.
Temmuz zaferi, İsrail’i on yedi yıl boyunca caydırdı. Bu yıllar boyunca İsrail, direnişin varlığından, direnişin gücünden ve halkından korkarak bir saldırı başlatamadı. Bu dönemde zafer, güneyde ve Lübnan’da yeniden imar sürecini kolaylaştırdı. Bu muazzam bir şeydi. Burada bu savaşı yiğitlik, cesaret, Yüce Allah’a güven ve nihai zafere olan inançla yöneten, ümmetin şehitlerinin efendisi Seyyid Hasan Nasrullah’ın (Allah ondan razı olsun) ilham verici liderliğinin rolünü anıyoruz. Herkes onun bu başarıya ulaşmadaki konumunu, rolünü ve yaptıklarını gördü.
Bu önderliğin yanında Şeyh Ragıb’ın, Seyyid Abbas’ın, Seyyid Haşim’in, Şeyh Nebil’in, mücahitlerin, yaralıların, esirlerin ve aziz halkımızın yolunda yürüyen İmad, Fuad, Kereki, Akil ve Ahmed bulunuyordu. Bu önderlik, denklemi değiştirmeyi başardı.
Burada sadakatimiz gereği, yüksek sesle ve açıkça şunu söylemeliyiz: Bizi mal, silah, çeşitli imkanlar, medya ve siyasi duruşlarıyla destekleyen İran İslam Cumhuriyeti’ne teşekkür ediyoruz. Yanımızda durarak sıkıntımızı omuzladılar ve şehitler verdiler: Hacı Kasım (Allah ondan razı olsun) ve diğer şehitler, vatanlarından uzakta, ancak kalplerine, sevgilerine, inançlarına ve hakikate olan desteklerine yakın olan bu topraklarda mücadele verdiler. Lider İmam Hamaney’in (gölgesi üzerimizde daim olsun) İran’ına, halkın İran’ına, Devrim Muhafızları’nın İran’ına, tüm güvenlik ve askeri güçlere, hükümet ve yetkililerine teşekkür ediyoruz.
Hepsi yanımızdaydı ve yanımızda olmaya devam ediyorlar ve Allah’ın izniyle bu bayrak, direniş bayrağı dalgalanmaya devam edecek.
Temmuz 2006’da Filistin için kazandık, çünkü bu tek bir savaş. Bizim zaferimiz onların zaferi ve kanlarımızla sunduğumuz fedakârlık onların fedakarlığıdır.
Filistin’in, insanlığın düşmanı İsrail ve onun destekçisi Amerika karşısında zaferidir.
Herkes bilsin ki Filistin, pusula olmaya devam edecek. İsrail'in bugün Gazze halkını ve Filistin halkını aç bırakarak, öldürerek ve yok ederek yaptığı tüm şeyler ve Amerika’nın bu tehlikeli sapmayı ve bu aşağılık, alçak ve günahkâr saldırganlığı destekleyerek yaptığı tüm şeyler, Filistin halkını devam etmekten, güçlü olmaktan ve direnişini sürdürmekten alıkoyamayacak. Ve ben de benden önceki ve benimle birlikte olan büyük liderlerin söylediği gibi diyorum ki: Filistin, tüm bu fedakarlıklarıyla zafer kazanacaktır. Çünkü yurdun sahibi; haklı davanın, iradenin, kanın ve fedakarlıkların sahibi onlardır. Bu, hayatın kanunudur ve zafer onlar için kazanılacaktır. İnşallah birlikte ve her zaman birlikte olacağız.
Üçüncü noktaya geçmeden önce güneyde, Zebkin bölgesinde şehit düşen altı Lübnan Ordusu şehidi için başsağlığı dilemeliyim; çünkü onlar aslında direnişin, ordunun ve vatanımızın şehitleridir. Onlar, insanlığa karşı görevlerini yerine getirirken şehit olmuşlardır. Onlar hakkın şehitleridir. Onların ve tüm şehitlerin ruhları için salavatla mübarek Fatiha Suresi’ni okuyalım.
Siyasi durumumuzla ilgili olan üçüncü noktaya geldik.
Direniş; onur, izzet, vatanseverlik ve egemenliktir. Direniş, şehitler verir ve resmî belgelere, müstekbirlerin şahitliklerine veya herhangi birinin şahitliğine ihtiyaç duymaz. Direniş, başarılarını zamanla ortaya koyar. Bu İslami direniş ve mensubiyetleri ne olursa olsun tüm onurlu direniş savaşçılarının durumudur. Bugün bu çatışma çerçevesinde direniş, 2000 yılında güneydeki toprakları ve 2017 yılında da bu mücadeleye destek veren, düşmana karşı duran Lübnan Ordusu’nun desteğiyle -ki biz yan yanaydık- doğudaki toprakları özgürleştirdi. Lübnan’ın egemenlik ve bağımsızlık tercihini özgürleştiren direniştir. Başı dik bir direnişle desteklenmediği sürece Lübnan egemenliğinden bahsedemeyiz. Bu direniş, sınırları olan ve sınır koyan ordusu aracılığıyla yerleşim birimlerinin kurulmasını engelledi. Bu direniş, İsrail’in işgal veya saldırı yoluyla seçeneklerini dayatma kabiliyetini sekteye uğrattı. Bu direniş, Filistinlilerin yurtlarına dönmemeleri için ortaya konan buraları yurt edinmeleri projesini engelledi. Bu direniş, Lübnan’ın gelecekteki gücünün ve zorluklarla yüzleşmedeki gücünün temelini oluşturdu. Bunlar büyük başarılar, onurlu başarılardır.
Direnmeyenlere sormalıyız: Toprakların işgali konusunda nerede duruyorsunuz? Saldırılar konusunda nerede duruyorsunuz? Egemenlik konusunda nerede duruyorsunuz?
Bunun yanında direniş, parlayan bir ışık, herkesin üzerine ışıyan bir güneştir.
Evet, Lübnan devleti Kasım 2024’te İsrail ile ateşkes anlaşmasını imzaladı. Bu, devletin, topraklarını ve vatandaşlarını korumak için bir yandan anlaşmaya, diğer yandan da üstlendiği role uygun olarak saldırıları püskürtmeyi taahhüt edeceği anlamına geliyor.
Direniş, ordunun Güney Lübnan’a konuşlandırılmasını kolaylaştırarak devletin inisiyatifi ele geçirmesine yardımcı oldu. Ama sekiz aylık bir sabır dönemi sonrasında direnişçiler ve özellikle de direnişin bağrından çıktığı toplumsal alan tüm bu Lübnan gerçekliği karşısında hedef alındı. Yine de bir devlet kurmanın, devletin düşmana karşı koymasının ve Lübnan’ın yeniden doğuşuna yardımcı olmanın gerekliliklerinin bu aşamada sabır gerektirdiğine inandığımız için sabrettik ve dayandık.
Bugün, direnişin Lübnan halkı arasındaki konumunu öğrenmek istiyorsak Danışma Çalışmaları Merkezi tarafından yapılan kamuoyu yoklamasına başvurabiliriz. Birkaç gün önce, Ağustos 2025’te yapılan bu anket ne söylüyor? Ankete katılanların %72’si ordunun tek başına herhangi bir saldırıyla mücadele edemeyeceğini ifade ediyor. %76’sı diplomatik role tek başına güvenmediklerini söylüyor. %58’i savunma stratejisi olmadan silahları bırakmaya karşı çıkıyor. %73’ü ise “Suriye’de yaşananlar Lübnan için varoluşsal bir tehdittir” diyor.
Lübnanlıların; direniş ve silahları, mevcut endişeler, düşmanla nasıl mücadele edileceği, gücün nasıl korunacağı ve savunma stratejisi tartışmaları hakkındaki görüşünü bilmek istiyorsanız, hâkim görüş budur: Direnişi destekliyorlar ve direnişin devamlılığına arka çıkıyorlar.
Lübnan hükümetinin kararı 5 Ağustos’ta geldi. Bu karar; direnişi, direnişin halkını ve Lübnan’ı saldırılar sırasında savunma silahlarından mahrum bırakıyor. Bu hükumet kararı, direnişçilerin ve ailelerinin öldürülmesini ve topraklarından ve evlerinden sürülmelerini kolaylaştırıyor. Hükümet, önce İsrail’i kovarak otoritesini tesis etmeliydi. Hükümet, İsraillilerin vatanımızda bulunmasını veya silahlarının yurdumuzda bulunmasını engelleyerek silahları tekeline almaya çalışmalıydı. Ne var ki bu hükümet, iç savaşa ve toplumsal gruplar arasında çatışmaya yol açsa bile, direnişi sona erdirmek için Amerikan ve İsrail emirlerini uyguluyor. Hükumet, farkında olsun ya da olmasın, İsrail projesine hizmet ediyor mu?
İsrail'in sevincine bakın! Netanyahu ve diğerlerinin ifadelerine bakın. Netanyahu, hükümetin bu seviyeye ulaşmasına yardımcı olduğunu düşünüyor. Siz de böyle bir ruh halinde misiniz? Netanyahu'nun sizi övmesinden memnun musunuz?
Defalarca söyledik: Saldırıları durdurun, İsrail'i Lübnan'dan çıkarın; ulusal güvenlik, ulusal güvenlik stratejisi ve savunma stratejisi görüşmelerinde bizim tüm kolaylıkları sağladığımızı ve olumlu yaklaştığımı göreceksiniz. Hükumette yer alanların bu yanlış karara ilişkin gerekçeleri nedir? Nedir gerekçeleri? "Dışardan baskı yapıldığını" söylüyorlar.
Size bir soru sorayım: Evinize bir saldırgan gelip size "Ya sen oğlunu öldürürsün ya da biz sizi öldüreceğiz" dese, oğlunuzu öldürür müydünüz? Birisi evinize saldırıp oğlunuzu öldürmeniz karşılığında saraylar ve para teklif etse, oğlunuz karşılığında dünya malını kabul eder miydiniz? Doğal olarak ona şöyle cevap verirdiniz: "Öldürün ve ne isterseniz yapın. Bu benim oğlum. Dünyanın tüm servetine sahip olsam bile onu öldürmeyi veya kurban etmeyi kabul etmem." Bu asil bir duruş, doğru bir duruştur. Siz ey hükümette olan insanlar! Onların vadettiği hayatı yaşamak adına vatanı paylaştığınız insanların öldürülmesi için nasıl kolaylıklar sunarsınız? Ne garip bir durumdasınız Allah aşkına. Size söylüyorum: Korkmayın, onlardan korkmayın. Onlar korkak, beceriksiz.
Lübnan'ı devirirlerse her şeylerini kaybedeceklerini onlar da biliyor.
Gözdağı vermeyi bırakın ve Lübnan'ı korumaya çalıştığınızı artık söylemeyin. Hayır, Lübnan'ı korumaya çalışmıyorsunuz. Vatandaki ortaklarınızı ortadan kaldırma pahasına siz hayatlarınızı ve durumunuzu korumak için çalışıyorsunuz. Bu paylaşım mı? Bu vatanseverlik mi?
Size bir soru daha soracağım: Ülkenin bazı ortakları diğerlerine saldırırsa Lübnan ayakta kalır mı? İstikrara kavuşur mu? Arkadaşlar, Lübnan'dan geriye bir şey kalmaz; çünkü bir grubun veya grupların gelip bir diğer gruba veya gruplara saldırması, böylece herkesin hakkı olan topraklar üzerinde çatışma halinde bir ülke kurması makul değildir.
Size diyorum ki: Kendinizi çaresiz hissediyorsanız, ki hissediyorsunuz, bırakın düşman bizimle yüzleşsin ve bizim adımıza güya düşmanı püskürtmeyin. Düşmanı püskürtmenizi istemiyoruz. Desteğinizi istemiyoruz, kurtuluş sloganı atmanızı ve çatışma sloganı atmanızı istemiyoruz. Sadece sessiz olun, kenara çekilin ve bizi düşmanla yalnız bırakın. İsrail'in Lübnan'a karşı defalarca giriştiği savaşlar nasıl başarısız olduysa, bu sefer de başarısız olacak. Onlar size nasıl davranmanız gerektiğini söylediklerinde, emirler verdiklerinde onlara deyin ki: Ülkemiz adına endişelendiğimiz için yapamayız. Onlara deyin ki: İstemiyoruz, çünkü ülkemizi ortaklarımızla birlikte inşa etmek istiyoruz. Onlara deyin ki: Vatandaşlarımıza ve halkımıza saldırmayacağız.
Hükümet, İsrail saldırılarına karşı koymak için plan yapmak üzere toplansın. Hükümetin görevi budur. Hükumetin görevi, istikrarı sağlamak ve Lübnan'ı yeniden inşa etmektir. Hükumetin görevi, ülkeyi doymak bilmez bir İsrail işgaline veya açgözlülüğü sınır tanımayan bir Amerikan tiranlığına teslim etmek değildir.
Televizyon veya sosyal medya izliyor musunuz, dinliyor musunuz, görüyor musunuz bilmiyorum. İsrail Genelkurmay Başkanı'nın işgal altındaki güney topraklarını gezerek askerlerini bu işgalden dolayı tebrik ettiğini ve onlara İsrail için daha fazlasını vaat ettiğini duydunuz mu gördünüz mü? Ne diyorsunuz ey yöneticiler? Ey silahı tekeline almak isteyenler? Bu durum karşısında ne yapacaksınız?
Başka bir soru: Netanyahu'nun "Büyük İsrail"i istediğini söylediğini duydunuz mu? Büyük İsrail, tüm Filistin'i, Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan'ın bazı kısımlarını ifade ediyor. Bunu şu anda yaşadığı zafer coşkusuyla ve Amerikan tiranının bu tirana verdiği destekle söylüyor. Sizin yorumunuz nedir? Muhakkak tüm bunları sahadan duyuyorsunuz. Nasıl yayıldığını ve nasıl işlediğini görüyorsunuz...
"Kınama açıklamaları yayınlandı mı?" diyorlar. İstediğiniz kadar kınama açıklaması yapın. Her on kilometrede bir kınama açıklaması getirirseniz, bu bir damla fayda sağlar mı? Bir faydası olur mu? Olmaz. Söyle bana, sahada ne yapıyorsun? Şimdi bazı Arap ülkelerinden bir dileğimiz var: Kınamaları değil, sessiz kalmaları kardeşim...
Direnişe saldırmak ve onun yıkımına katkıda bulunarak İsrail'e gizli gizli destek vermeyi bırakmalarını istiyoruz.
Her halükârda, hükümet Birlikte Yaşama Sözleşmesi'ni ihlal ederek çok tehlikeli bir karar aldı ve ülkeyi büyük bir krize maruz bıraktı.
Anayasanın sınırları nerede? (Y) paragrafında şöyle yazıyor: "Birlikte Yaşama Sözleşmesi'ne aykırı hiçbir otoritenin meşruiyeti yoktur." Şimdi anayasayla çeliştiniz mi? Bu hükümetin bakanlar kurulu açıklamasında şöyle yazıyor: "Lübnan'ın savunulması, askeri, diplomatik ve ekonomik düzeylerde bir ulusal güvenlik stratejisinin benimsenmesini gerektirir." Bu strateji nerede? Bunu kiminle görüştünüz? Stratejiye darbe indirdiniz, ulusal güvenliğe darbe indirdiniz, her şeyi reddettiniz. Şimdi hükumet toplantısı ve bu kararlar aracılığıyla direnişi gayri meşrulaştırmak mı istiyorsunuz?
Birincisi: Taif Anlaşması, bakanlar kurulu açıklaması ve tüm süreç size bu hakkı vermiyor; dolayısıyla böyle bir şey yapamazsınız.
İkincisi: Direniş meşruiyetini kandan, kurtuluştan, haktan ve topraktan alıyor; sizden almıyor ve meşrutiyetini sizden istemiyor. Gidin Yüce Allah'tan af dileyin. Ortaklarınıza, Lübnan'ı birlikte inşa etmek için güvenilebilecek ortaklar olduğunuzu ifade etmenize yardımcı olacak işler yapın.
Orduyu iç çekişmeye sürüklemeyin. Ordumuzun lekesiz bir sicili var ve bugünkü liderliği ve yönetimi bu yola girmek istemiyor. Onu ve ülkeyi bu meseleye dahil etmeyin.
Bazıları sorabilir: Peki, hükumet bu anayasaya aykırı kararı aldıktan sonra neden sokağa çıkmadınız? Neden büyük gösteriler düzenlemediniz? Amerikan büyükelçiliğinin içinde hayret hali yaşandığı söylendi: Şiiler ve direnişçiler neden büyük gösteriler düzenlemek için sokağa çıkmadılar? Sayın Büyükelçi hanımefendi ne dersiniz? Şu halde görünüşe göre sokağa çıkıp gösteriler düzenlemediğimiz sürece işe yaramayacak bir şeyiniz var.
Size bir başkasından durumu aktarayım. Evet, sokaklarda protesto etmenin gerekliliğinden bahseden bazı fikirler vardı.
Hizbullah ve Emel Hareketi, kimsenin istemediği bir çatışmaya girmeden önce fırsat, tartışma ve değişiklik imkânı olduğu gerekçesiyle sokak gösterileri fikrini erteleme konusunda anlaştılar. Ancak eğer bize dayatılırlarsa ve biz de buna hazırsak ve başka seçeneğimiz de yoksa, sokak gösterileri Lübnan'ı saracak, ABD büyükelçiliğine gidecek, adaleti savunmak ve varlığımızı göstermekle ilgili eylemlerde bulunacak. Bu farklı bir konu ve zamanı var.
Ama şimdi vakti değil.
Hatta 5 ve 7 Ağustos'taki iki oturumun, anayasaya aykırı olması ilkesine dayanarak, sanki Lübnan tarihinde hiç yaşanmamış veya yasal bağlamda hiç var olmamışlar gibi hükumetin merkezinde kalmamız kararlaştırıldı. Onları yalnız bırakmamak ve doğru yola geri döndürmek için hükumette kalmayı uygun gördük.
Hizbullah'ın tutumunu bilmek istiyorsunuz. Her ne kadar defalarca tekrarlamış olsak da bunu bir süredir bekliyormuşsunuz gibi görünüyor. Bugün açıkça söylüyorum:
Direniş, saldırılar ve işgal devam ettiği sürece silahlarını teslim etmeyecektir. Gerekirse Kerbela benzeri bir savaşa gireceğiz ve bu İsrail-Amerikan projesine -bedeli ne olursa olsun- karşı koyacağız. Bu savaşı kazanacağımızdan eminiz. Zillet bizden uzaktır!
Lübnan hükümeti, çıkabilecek her türlü çatışmanın tüm sorumluluğunu üstlenmiş durumdadır. Bunu biz istemiyoruz; ama bunun için çalışanlar var. Lübnan hükumeti, herhangi bir iç patlamanın ve Lübnan'daki herhangi bir yıkımının sorumluluğunu omuzlamıştır. Lübnan hükumeti, Lübnan topraklarını ve vatandaşlarını savunma görevini terk etmekten sorumludur. Bu şekilde hareket ederseniz, bu kararları alır ve ülkenin yıkımına yol açarsanız mazur görülemezsiniz.
Lübnan'ın istikrarını sağlama, savunma ve koruma görevini yerine getirin. Direnişin çeşitli cihetlerden, sınıflardan ve bölgelerden tüm destekçilerine ve tüm unsurlarına yönelik saldırganlığa katılmayın.
Ülkeyi inşa etmek için birlikte çalışalım ki hepimiz kazanabilelim. Ülke, herhangi bir grup olmaksızın inşa edilemez. Burası bizim toprağımız, burası bizim vatanımız. Birlikte onurlu bir şekilde yaşıyor ve egemenliğini birlikte inşa ediyoruz. Aksi takdirde, siz karşı tarafta durup bize karşı gelmeye ve bizi yok etmeye çalışırsanız, Lübnan ayakta kalamaz. Lübnan, tüm bileşenleri olmadan inşa edilemez. Ya Lübnan ayakta kalacak ve biz bir arada olacağız ya da bize selam denilecek. Sorumluluk sizde ve biz Allah'a güveniyoruz.
Yine tekrar ediyorum: Seni terk etmedim, ey Hüseyin!
Allah Teala; Ebu Abdillah İmam Hüseyin'in, ailesinin ve dostlarının başına gelen felaket için duyduğunuz ve duyduğumuz hüznü ve ıstırabı mükafatlandırsın.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
15 Ağustos Cuma 2025
Kaynak: El-Menar Web Sitesi