İSRAİL LÜBNAN'DA ATEŞKESİ İHLAL EDİYOR

Bu dönemde, Denetleme Komitesinin Amerikalı başkanı, İsrail'in Lübnan işgalini ve suç teşkil eden eylemlerini savunma ve gizleme sorumluluğunu üstlendi. 

Görüntülenme: 79 Tarih: 09 Mart 2025 21:20
İSRAİL LÜBNAN'DA ATEŞKESİ İHLAL EDİYOR

YDH'nin haberine göre, İsrail’in Lübnan’ın güneyindeki işgaline devam etmesi ve saldırılarının artması, ABD’nin denetimindeki anlaşmaların işgali sona erdirmek yerine meşrulaştırdığını gözler önüne seriyor. Lübnan, ABD ve İsrail’in siyasi ve askeri vesayeti altına alınmaya çalışılırken, bölgedeki direniş bu plana karşı direnmeye devam ediyor. Gazze’deki savaş ve Lübnan’daki gelişmeler, Washington ve Tel Aviv ekseninin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme çabalarının bir parçası olarak ilerliyor. El-Ahbar yazarı Sadullah Mezraani, güney Lübnan’daki ateşkes anlaşmasının, İsrail aleyhine belirsiz bırakılan maddelerine dikkat çekiyor.

İsrail, Lübnan’ın güneyindeki bazı bölgeleri işgal altında tutmaya devam ediyor. Bu işgal, Lübnan’ın farklı bölgelerinde artan saldırılar, suikastlar ve yıkımla paralel bir şekilde ilerliyor. İsrail, bu eylemlerini, 27 Kasım 2024’te İsrail hükümetinin onayladığı ve Lübnan hükümetinin kabul ettiği “Çatışmaların Durdurulması Anlaşması”na rağmen sürdürüyor.

Anlaşma, eski ABD Başkanı Joe Biden ve Fransa Cumhurbaşkanı’nın katılımıyla ilan edilmişti. Anlaşmanın denetimi ise, bir Amerikan subayının liderliğindeki Denetleme Komitesine verilmişti. Müzakereler sırasında Washington, İsrail’in işgal ettiği köylerden çekilmesi için 60 günlük bir süre verilmesini talep etmişti. Bu süre, Lübnan direnişinin kararlı duruşu ve sert karşılık vermesi sonucu verilmişti.

Sonrasında ABD’nin talebi ve Lübnan’ın onayıyla, bu süreye 20 gün daha eklendi. Amerikalı yetkililere dayandırılan haberlere göre, bu süre daha sonra “haftalar veya aylar” sürebilecek şekilde belirsiz bir biçimde uzatıldı. Bu süreçte, Denetleme Komitesinin Amerikalı başkanı, İsrail’in işgalini ve suç teşkil eden eylemlerini savunma ve gizleme görevini üstlendi. Komitenin işlevi neredeyse tamamen devre dışı bırakıldı ve tüm yetkiler Amerikalı başkana devredildi. Böylece, savaş tek taraflı bir şekilde devam ederken, İsrail makamları durumu “meşru müdafaa” ve “görevin tamamlanması” gibi iddialarla haklı göstermeye çalıştı.

İsrail, işgal ettiği bölgelerde büyük bir yıkım, can kaybı ve suikastlara neden oldu. Sınır bölgelerindeki bu saldırılar, Gazze’deki NATO desteğiyle gerçekleştirilen soykırım modeline benzer boyutlara ulaşmış durumda. Lübnan’a yönelik ABD tarafından uygulanan kapsamlı askeri, siyasi, güvenlik, ekonomik ve idari vesayet planı, direnişi ortadan kaldırmayı ve Lübnan üzerindeki kontrolü tamamen Amerikan-İsrail eksenine devretmeyi amaçlıyor. Bu plan, sadece Lübnan’ı değil, Filistin’i ve tüm Arap dünyasını da hedef alıyor.

Lübnan açısından büyük bir tehlike, bu süreçle paralel olarak oluşturulan yeni yönetim yapısının, özellikle siyasi, güvenlik, idari ve mali kurumlarla birlikte şekillenir hale gelmesidir. Bu gelişmeler, esasen ABD’nin baskısı ve ısrarıyla yürütülürken, Suudi Arabistan da bu süreci destekliyor.

Bu durum, Lübnan için daha büyük bir tehdit anlamına geliyor. İsrail’in işgali, geçmişte sadece belirli bölgelerle sınırlıydı, ancak şu anda durum çok daha geniş bir tehdit oluşturuyor. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun daha önce tehdit ettiği ve şimdi övünerek bahsettiği “Orta Doğu haritasını yeniden çizme” planı, Lübnan’ın toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve temel ulusal çıkarlarını büyük bir risk altına sokuyor.

Yeni hükümetin önde gelen isimleri, bu tehlikeli planı içi boş ama süslü sözlerle halka sunmaya çalışıyor. Sürekli dile getirilen klişeler ise şunlar: "Başka ülkelerin savaşlarının bizim topraklarımızda yaşanmaması gerektiği", "Lübnan'ın yabancı güçlerin nüfuz alanı haline gelmemesi gerektiği", "Lübnan'ın dış müdahalelere açık olmaması gerektiği", "Tarihimizde yeni bir sayfa açmalıyız". Ancak bu söylemler, asıl sorunun direnişin varlığı olduğu algısını yaratmayı amaçlıyor. Gerçek sorun ise yönetimin yetersizliği ve en büyük düşmanımızın en büyük destekçisine bağımlı olması.

Tarih tekerrür ediyor. 2005’te benzer bir durum yaşanmıştı. O dönemde, “egemenlik” ve “bağımsız karar” sloganları eşliğinde, Suriye’nin Lübnan’daki istihbarat merkezi olan Encer’den ABD Büyükelçiliği’ne bir vesayet transferi gerçekleştirilmişti. Eğer dış müdahaleleri reddetme konusunda samimi olsalardı, şu basit cümleyle başlarlardı: “Bugünden itibaren tüm dış müdahalelere son vereceğiz.” Ancak, son cumhurbaşkanlığı seçimleri ve başbakan belirleme sürecinde dış müdahale tarihte hiç olmadığı kadar yoğundu. Bu politikaların felaketle sonuçlanması gibi, bugün de aynı şekilde felakete yol açacağı aşikardır.

ABD, Lübnan’da olduğu gibi Gazze’de de tamamen İsrail’in yanında yer aldı. Üstelik, bu kez önceki yönetimlerden çok daha saldırgan bir tutum sergiliyor. Amacı, Tel Aviv’deki ırkçı ve faşist hükümeti kesin bir zafere ulaştırmak. Fakat Gazze’deki direniş, esir takası sürecini İsrail’in beklediğinin tam tersine çevirerek büyük kayıplara neden oldu. Trump, tehditler savurarak Gazze halkını zorla göç ettirme konusunu gündeme getirdi. Ancak, uluslararası baskılar nedeniyle geri adım atarak esirlerin tek taraflı olarak serbest bırakılması gibi bir plan sundu.

Pek çok kişi savaşın sona erdiğini düşündü, ancak savaş yalnızca şekil değiştirdi. Askeri, güvenlik, siyasi ve ekonomik boyutuyla devam ediyor. ABD, Lübnan’da ateşkes sürecini yönetiyor, Gazze’de ateşkesi manipüle ediyor, Suriye’de darbe girişimlerini destekliyor ve Lübnan’da yeni hükümetin oluşumunu yönlendiriyor. Tüm bunlar, ABD’nin bölgeye yönelik büyük planlarının bir parçasıdır: Gazze ve Batı Şeria halkının zorla göç ettirilmesi, komşu ülkelerde mezhep ve etnik çatışmaların kışkırtılması ve bölgedeki doğal kaynakların sömürülmesi.

Washington, bu planlarını "ulusal çıkar" maskesi altında yürütüyor. Artık bölgeden alınan haraçlar ve sözde koruma bedelleri yeterli görülmüyor. ABD, Orta Doğu’nun zenginliklerine el koymayı, Tayvan’dan Ukrayna’ya, Kanada’dan Panama’ya, Avrupa’dan Grönland’a kadar uzanan saldırgan politikalarının bir parçası olarak görüyor. Bu gidişata karşı koymazsak, Lübnan büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalacak. Washington-Tel Aviv eksenine karşı güçlü cepheler ve ittifaklar kurmalı, stratejiler ve ilişkiler buna göre düzenlenmeli. Lübnan halkının direniş ve bağımsızlık tarihine bakıldığında, bu zorlu mücadeleyi kazanabileceğimizden şüphe yok.

Yorumlar