İran, 14 Nisan’da İsrail’e yönelik yaptığı operasyona ‘Vaade-yi Sadık’ adını verdi. Bağlamı itibariyle ‘Gerçekleşen Söz’ diye tercüme edilebilecek bu isim, Hizbullah’ın 2006’daki savaşa neden olan operasyonunun da adıydı.
Hizbullah, 2004 yılında yaptığı bir esir takası ile Şeyh Abdulkerim Ubeyd ve Mustafa Dirani gibi üst düzey liderlerin de olduğu çok sayıda Lübnanlıyı kurtarmış; ancak İsrail rejimi FHKC üyesi Semir Kuntar’ı serbest bırakmamıştı.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, 2004’te Semir Kuntar’ı da kurtarma sözü vermiş, Hizbullah ise 2006 yılında iki İsrail askerini ele geçirdiği operasyona ‘Vaadun Sadık’ adını vermişti.
İsrail rejimi iki askerini kurtarmak için 2006’da 33 gün süren bir savaş başlattı; ancak yenildiği bu savaştan iki yıl sonra Semir Kuntar’ı serbest bırakmak zorunda kaldı. Böylece Nasrullah’ın vaadi de gerçekleşmiş oldu.
İran’ın orantısız cevabı
İsrail rejiminin 1 Nisan’da İran’ın Şam konsolosluğunu bombalamasından sonra İran Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei, İsrail’in cezalandırılması gerektiğini söyledi.[1]
İran Devrim Muhafızları Ordusu ise 14 Nisan’da misillemeden çok büyük, kapsamlı savaştan ise biraz küçük bir karşılık vererek İsrail’i cezalandırdı. Böylece ‘vaat gerçekleşmiş’ oldu.
İran’ın İsrail’e dün verdiği cevap, bir misillemeden çok büyüktü. Zira İsrail rejimi 1 Nisan’da İran’ın Şam büyükelçiliğine ait bir binayı bombalamıştı.
Buna karşı verilecek orantılı bir cevap da İsrail’in bölgedeki herhangi bir elçiliğinin veya İsrail’le bağlantılı herhangi bir merkezin bombalanması olabilirdi.
Nitekim 14 Nisan öncesine kadar da İsrail’in bölge ülkelerindeki elçilikleri ve işgalci olarak bulunduğu Golan, İran’ın orantılı bir cevap için vurabileceği hedefler olarak tahmin ediliyordu.
İran’ın uluslararası alanda ‘İsrail’ diye kabul edilen topraklara saldırması, sadece İsrail’le kapsamlı bir savaşa değil, bölgesel savaşa dahi yol açabilecek çok orantısız bir tepkiydi.
Zira Amerika liderliğindeki ‘kolektif Batı’nın “İsrail’in kendini savunma hakkı var” argümanıyla İran’a karşı harekete geçmesi ve bölge ülkelerinin de İran’a karşı kolektif bir savaşta en iyi ihtimalle tarafsız kalması mümkündü.
Nitekim Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonundan sonra tam olarak bu olmuştu.
Bu yüzden de İran, bölgesel savaşa gerekçe oluşturmamak için uluslararası alanda ‘İsrail’ diye kabul edilen toprakları değil de sadece Golan’ı hedef alabilirdi.
Golan Amerikan rejimi dışında hiçbir ülke tarafından henüz İsrail’e ait bir yer olarak kabul edilmediği için İran’ın işgal altındaki bir bölgede İsrail hedeflerini vurması, en azından diplomatik zevahiri kurtarabilirdi.
Yeni bir caydırıcılık denklemi
İran, 14 Nisan’da İsrail’in elçiliklerini veya Golan’ı değil, uluslararası alanda ‘İsrail’ diye tanınan toprakları hedef aldı. Tel Aviv’den Kudüs’e, Hayfa’dan Nakab’a kadar her bölgedeki askeri hedefleri vurdu.
İran Devrim Muhafızları Ordusu tarafından operasyon sonrası yayımlanan ikinci bildiride “Aradan 15 gün geçmesine rağmen uluslararası örgütlerin özellikle de BM Güvenlik Konseyi’nin İran’ın Şam konsolosluğuna ait bir binaya yapılan saldırıyı kınamaması”[2] 14 Nisan’daki cezalandırmanın zorunlu sebebi olarak açıklandı.
Bununla birlikte operasyon öncesinde hem Washington’a hem de Amerika’nın askeri üslerine ev sahipliği yapan bölge ülkelerine Amerika’nın savaşa müdahale etmesi halinde bölgedeki üslerinin hedef olacağı mesajını da iletti.
İran’ın “bölgesel savaş peşinde değiliz” notuyla yaptığı bu uyarı, aslında bölgesel savaşı göze aldık mesajı içeriyordu.
Mesaj Amerika ve bölge ülkeleri tarafından doğru algılandı. Amerika, İsrail’in Şam konsolosluğuna yaptığı saldırıyla ilgimiz yok açıklaması yaptı.[3] Türkiye, Katar ve Kuveyt, hava sahasını Amerika’ya kullandırmayacağını açıkladı.[4]
Amerika liderliğindeki ‘kolektif Batı’ elbette İsrail’e destek açıklamalarını sürdürse de İran’ın saldırısına karşı İsrail’in yanında savaşa girmeyeceğini de çok net bir şekilde ortaya koydu.
İran, operasyonunda hem hedef sınırlaması hem de yaptığı silah seçimiyle gerçekten de bölgesel savaş istemediğini ispat etti.
İran, operasyonunu savaşla doğrudan ilişkili olan askeri hedeflerle sınırlı tuttu. Örneğin İsrail’in resmi ama ‘sivil’ hedeflerini vurmadı. Halbuki İsrail, 1 Nisan’da konsolosluk gibi resmi ama sivil bir binayı bombalamıştı.
İran da örneğin İsrail rejiminin bakanlıklarını, istihbarat servislerini veya diğer resmi merkezlerini hedef alabilir ve bunu konsolosluk binasında öldürülen askeri yetkililerinin intikamı olarak izah edebilirdi.
Daha büyük bir etki yaratmak için de insansız uçaklar, seyir füzeleri veya balistik füzeler yerine İsrail-ABD ortak hava savunma sistemlerinin engelleyemeyeceği Fettah-2 hipersonik füzelerini kullanabilirdi.
Ancak İran, İsrail’in savaşta doğrudan rolü olan askeri üslerini vurmakla yetindi ve sadece klasik düzeydeki İHA ve füzelerini kullandı.
İran’ın taktik ve stratejik kazanımları
Hedef tayininde ve silah seçimindeki bu sınırlama İran’a biri taktik, diğeri stratejik düzeyde iki avantaj sağladı.
İran’ın bu operasyondaki taktik kazanımını İsrail rejiminin eski genelkurmay başkanlığı ekonomi danışmanı Tuğgeneral Ram Aminah, açıkladı.
General Aminah, Yediot Ahronot gazetesine verdiği demeçte İran’ın çok düşük maliyetli bu operasyonuna karşı İsrail rejiminin hava savunmasının 1 milyar dolara yani bütçenin yaklaşık yüzde 10'una mal olduğunu söyledi.[5]
İran basını ise operasyonun sadece cezalandırma amaçlı olduğuna ve bu yüzden de çok sıradan füze ve İHA’ların kullanıldığına dikkat çekerek operasyonun İran’a toplam maliyetinin azami 62 milyon dolar olduğunu bildirdi.[6]
İsrailli yetkilinin açıklaması aslında bir gecede bütçesinin yüzde 10’unu hava savunmasına harcayan İsrail rejiminin taktik ve teknik düzeyde dahi İran’la tek başına savaşmasının imkansız olduğunun itirafı oldu.
İran’ın stratejik kazanımı ise askeri kapasitesinin çok az bir kısmını kullanarak hem İsrail rejimi hem de Batılı müttefikleri üzerinde istediği etkiyi yaratmasıyla gerçekleşti.
İran’ın istediği etki, muhatabını bölgesel savaştan caydırmak ve yeni bir caydırıcılık denklemi dayatmaktı. Bunu da çok az bir kuvvet kullanarak başardı.
İsrail ve Batılı müttefikleri ile İran arasında daha önceki geçerli olan caydırıcılık denklemi, İsrail’in saldırganlığı, İran’ın ise “stratejik sabrı” üzerine kuruluydu.
Yani İsrail, Suriye’de, Amerika da Irak’ta İran’ın ve bölgesel müttefiklerinin yetkililerine suikastlar yapar; İran ise Irak ve Suriye’deki stratejik hedefleri için bu saldırganlığa cevap vermez ve bunu da ‘stratejik sabır’ diye adlandırırdı.
14 Nisan, sonrası ortaya çıkan uluslararası tablo, İran’a ‘stratejik sabrı’ sürdürmesinin zorunlu olmadığını gösterdi.
Amerikan Başkanı Joe Biden, İsrail kamuoyunun İran’la savaş için askeri destek beklediği saatlerde “İran'a diplomatik tepki vermek için G7 liderlerini toplayacağım”[7] dedi.
Böylece Hamas’a karşı İsrail’e askeri desteği sebil eden ‘Kolektif Batı’nın İran karşısında “diplomatik tepki”den başka bir gücü olmadığı itiraf edilmiş oldu.
İsrail ve Amerikan rejimleri İran’ın füzelerinin ve İHA’larının yüzde 90’ından fazlasının hava savunma sistemleri tarafından imha edildiğine dair propagandasının çok anlaşılabilir bir sebebi var.
Amerikan rejiminin ‘diplomatik tepkiden’ başka bir adım atmayacağı mesajının ardından İsrail’in İran’a tek başına karşılık verememesini kendi kamuoyuna açıklaması gerekiyor. Bunun için de tek başına İran’a karşı savaşamayan İsrail yerine, İsrail’e hiçbir zarar veremeyen İran fotoğrafı sunuluyor.
Bir an için İsrail ve Amerikan propagandalarının doğru olduğunu ve İran’ın füze ve İHA’larının yüzde 90’ının imha edildiğini varsayarak sonuçlar çıkaralım:
Füzelerinin yüzde 90’ı imha edilen ve İsrail’e hiçbir zarar veremeyen İran’a İsrail karşılık veremiyor; Amerika ise G-7’deki müttefiklerini sadece diplomatik tepki için seferber edebiliyor.
İran 62 milyon dolarlık füzeleriyle, İsrail’i bir gecede bütçesinin yüzde 10’nu harcamak zorunda bırakıyor.
90’ından fazlası imha edilen füzeleriyle Dimona nükleer santralinin yanı başındaki Nevatim ve Ramon hava üslerini yangın yerine çeviriyor.
İsrail’in iddialarını ve bu sonuçları birlikte düşünerek 14 Nisan’daki operasyonun İran açısından ‘Gerçekleşen Söz’ adını hak edip etmediğini tartışanlar olabilir.
Ancak 14 Nisan’da General Zahidi’nin ömrünü adadığı hayalleri hiç şüphesiz gerçek oldu.
Zira Şam konsolosluğunu bombalayan uçakların havalandığı Nevatim üssünü[8] vuran füzeler İran’ın İsfahan kentinden ateşlendi.
İsfahan ise İsrail rejiminin Şam konsolosluğu saldırısında hayatını kaybeden General Zahidi’nin memleketiydi.
[1] Asr-ı İran, 10 Nisan 2024, رهبر معظم انقلاب: اسرائیل باید تنبیه شود و تنبیه خواهد شد
[2] Tasnim News, 14 Nisan 2024, هشدار سپاه به آمریکا نسبت به هرگونه مشارکت در ضربه به ایران
[3] YDH, 2 Nisan 2024, Amerika’dan İran’a mesaj: Saldırıyla ilgimiz yok
[4] Ittılaat, 10 Nisan 2024, قطر و کویت حریم هوایی خود را به روی آمریکاییها بستند
[5] YDH, 24 Nisan 2024, İsrail'in İran füzelerine karşı yaptığı önlemenin maliyeti 1 milyar dolar
[6] ISW News, 14 Nisan 2024, کدام یک از مواضع رژیم اسرائیل در حمله تلافیجویانه موشکی و پهپادی ایران مورد هدف قرار گرفتند؟
[7] Habertürk, 14 Nisan 2024, ABD Başkanı Biden: İran'a diplomatik tepki vermek için G7 liderlerini toplayacağım
[8] YDH, 14 Nisan 2024, İran, Netanyahu’nun tehditler savurduğu üssü vurdu
YDH