Nijer'deki darbe, son yıllarda Afrika'da nüfuzunu arttırmak isteyen bölge ötesi güçler arasında artan rekabetin derinliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Batı Afrika'da yoksul ve düşük nüfuzlu bir ülke olan Nijer'deki gelişmeler, geçen hafta ordunun iktidarı ele geçirmesinden bu yana birbirinden farklı tarafların darbe liderlerinin lehinde ya da aleyhinde tutum almasıyla manşetlere taşınıyor.
Bu arada, son yıllarda Afrika'daki gelişmelerde, özellikle de darbeler, Tigray ve Sudan'daki askeri çatışmalar gibi kıtadaki istikrarsızlıklarda aktif rol alma mücadelesi veren bölgesel aktörlerden biri de İsrail rejimidir. İsrailliler artık Nijer darbesine karşı sessiz kalmayı seçmiş olsalar da, bu Afrika ülkesi Tel Aviv'in çeşitli çıkarlar tanımladığı ülkelerden biri ve bu nedenle İsrailli yetkililerin bu konudaki gelişmeleri kesinlikle yakından takip ediyor.
Normalleşmeyi teşvik etmek için Nijer'ı kullanmak
Tel Aviv'in Nijer'deki gelişmeleri önemsemesinin nedenlerinden biri, ülkenin yıllardır komada olan bölge ülkeleriyle normalleşmeyi ilerletmeye yardımcı olma potansiyeli.
İki taraf arasındaki ilk temaslar Nijer'in sömürgeci Fransa'dan bağımsızlığını kazandığı 1960 yılında kuruldu. O dönemde İsrail rejiminin dış politikası, Gana ve Angola gibi yeni bağımsızlığını kazanmış yoksul Afrika ülkeleriyle ilişki kurmaya ve bu şekilde uluslararası izolasyonu ve Arap boykotunu kırarak Birleşmiş Milletler'de destek kazanmaya dayanıyordu. İsrail, Dışişleri Bakanı Eli Cohen'in geçtiğimiz günlerde söylediği gibi, bu politikadan hala tamamen vazgeçilmiş değil ve İsrail küçük ve fakir Afrika ülkelerini uluslararası sahnede meşruiyet kazanmak için kullanıyor: "İsrail ile Afrika'daki Müslüman ülkeler arasında ilişki kurmak, İsrail'in Afrika'daki Müslüman ülkelerle ilişki kurması, menfaatlerine olan bir eylemdir. Hem ikili ilişkilere hem de bölgesel istikrara yardımcı olur.”
Nijer şimdiye kadar İsrail rejimi ile ilişkilerini iki kez kesti; 1973 Arap-İsrail savaşından sonra ve Oslo Anlaşmaları kapsamında Filistin Yönetimi ile Tel Aviv anlaşmasının ardından bağlarını yeniden başlattılar. Ancak bu uzun sürmedi ve 2000'lerin başındaki ikinci Filistin intifadasından sonra Nijer, İsrail ile bağlarını yeniden kopardı. İlginç bir şekilde Nijer, ikinci intifadadan sonra ve İsrail'in Filistinlilere yönelik zulmünü protesto amacıyla Tel Aviv ile diplomatik ilişkilerini kesen ilk ülke oldu.
Nijer'in İsrail karşıtı bu siciline rağmen, Batı yanlısı eğilimleri olan Devlet Başkanı Muhamed Bazoum liderliğindeki darbe öncesi hükümetin İsraillilerle perde arkasında anlaşmalar yaptığı ve normalleşmeye davet için Tel Aviv'in yeni seçeneklerinden biri olduğu bildirildi. Bu durum darbe sonrası Sudan'da da gözlemlendi. Ömer El Beşir sonrası hükümet ekonomik sorunların üstesinden gelmek ve yaptırımları kaldırmak için Batı ile ilişkileri düzeltmeye çalıştığında, ABD'nin yaptırımların hafifletilmesi ve uluslararası kurumların krizden etkilenen Sudan ekonomisine yardım etmesine yeşil ışık yakılması için temel şartlarından biri İsrail rejimi ile normalleşmeydi. Kamuoyunun itirazlarına rağmen Hartum normalleşmeye zorlandı.
ABD ve İsrail rejimi, fırsatlar kıtası olarak bilinen Afrika'da Rusya-Çin-İran ekseninin güçlenmesinden son derece endişeli. İsrail siyasi ve istihbarat analizi ve tahmini, Nijer'in Batı karşıtı eksene ne kadar yaklaşırsa, normalleşme sürecine katılma olasılığının o kadar düşük olduğu yönünde.
Rusya son yıllarda Afrika'daki nüfuzunu güçlendirmek için yoğun çaba sarf etmektedir. Darbe sırasında Putin, 17 Afrika ülkesi liderinin katılımıyla Petersburg'da bir konferansa ev sahipliği yaptı ve Ukrayna'daki savaşın devam etmesinin Afrika'nın istikrarına yönelik zorlukları önemsediğini göstermek için 6 dost Afrika ülkesine ücretsiz tahıl tedarik edeceğini açıkladı.
İran ve Çin de bu kıtaya büyük ilgi gösteriyor. Geçen ay İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, bir İran cumhurbaşkanı için on yıl sonra bir ilk olan Afrika turu gerçekleştirdi ve ev sahibi ülkelerle 21 anlaşma yapıldı. Ayrıca Çin dışişleri bakanı, Pekin'in küresel ekonomik, siyasi ve askeri erişimini genişletme çabalarının bir parçası olarak bu yılın başlarında beş Afrika ülkesini ziyaret etti.
Nijer darbesi, Burkina Faso, Mali ve Sudan gibi Afrika Sahel ülkelerinde meydana gelen bir dizi askeri darbeyi takip ediyor. Darbelerin ve bölgesel savaşların çoğunda Batı ve İsrail'in eli belirgindir. Yine de Nijer darbesi, Batılı ülkeler ve Tel Aviv tarafından planlanmayan veya desteklenmeyen sınırlı sayıdaki darbelerden biridir.
Nijer'in uranyum rezervleri ve Batı Asya'nın nükleer emelleri
Nijer, beşeri sermaye endeksinde son sırada, yoksulluk endeksinde ise ilk sırada yer almaktadır. Dünyanın en az gelişmiş ülkelerinden biri olmasına rağmen, büyük ve zengin uranyum rezervlerine sahip olması bu ülkeye büyük önem kazandırmıştır. Batı Asya ve Kuzey Afrika güvenlik kompleksindeki tek nükleer silah sahibi olan İsraillilerin Nijer'in uranyum rezervlerine özel bir ilgi göstermesinin nedeni budur.
Nijer geçen yıl dünyadaki toplam uranyum üretiminin yüzde 5'ini ihraç etti, ancak şimdi Avrupa yaptırımları nedeniyle İsrailliler, Nijer'in uranyumunu rakip ülkelere satma deneyiminin tekrarlanacağından endişe ediyorlar.
1970'lerde Batılı ülkeler ve Tel Aviv, Nijer'i Libya ve Irak'a düzenli olarak uranyum sağlamakla suçlamıştır. 1978'de 258 ton ve 1981'de 1212 ton Libya'ya ve 1 Haziran 1981'de İsrail'in Irak nükleer reaktörüne düzenlediği hava saldırısından önceki dönemde bilinmeyen bir miktar da Irak'a verilmiştir.
Şimdi Batı Asya'da, nükleer enerjinin barışçıl kullanımını amaçlayan İran'a ek olarak, BAE ve Türkiye ve hatta Suudi Arabistan gibi diğer ülkeler, bölgedeki nükleer tekellerini kaybetmekten korkan İsraillileri alarma geçirmeye itecek şekilde giderek daha fazla nükleer enerjiye doğru ilerliyorlar. Suudi ve BAE yöneticileriyle yakın arkadaş olmalarına rağmen, İsrailliler bu ülkelerin nükleer hırslarına şiddetle karşı çıkıyor ve Nijer'in uranyum rezervlerine erişimlerinden endişe duyuyorlar.
Al Waght
intizar.web.tr