JEREMY CORBYN SİYONİSTLERİN AYAK OYUNLARINI ANLATTI (RÖPORTAJ)

Özel röportaj: Jeremy Corbyn, Başbakan olmasını engellemek için yürütülen ‘resmi’ kampanyayı anlattı 

Görüntülenme: 918 Tarih: 07 Temmuz 2022 13:30
JEREMY CORBYN SİYONİSTLERİN AYAK OYUNLARINI ANLATTI (RÖPORTAJ)

Bu ne eğlenceli ne de şaka. Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi’ne liderlik ettiği 2015-2020 yıları arasında medyadan gördüğü saldırı Britanya’nın modern tarihindeki belki de en yoğun siyasi suikast olarak kaydedilecek. Onun asla başbakan olmadığından emin olmak için başlatılan kampanya Sun ve Telegraph gibi sağ kanadın olağan şüphelilerinden geldi ancak Guardian ve New Statesman gibi solculuğu kendine münhasır yayınlar da kilit roller oynadılar. Kampanyanın en önemli yanlarından birisi kendi partisinden de büyük bir katılım olmasıydı. Gerçek şuydu ki Britanya’daki kurumların neredeyse hiçbiri onun teşkil ettiği tehdidi görmezden gelmedi. Corbyn kendisinin İşçi Partisi başkanı olduğu dönemde Britanya solunun yakaladığı önemli ivmeyi korumak için 2021 yılı başlarında Barış ve Adalet Projesini başlattı. Onun başkanlığının ilk yılında İşçi Partisi’nin üye sayısı 600 bine çıkmış ve Batı Avrupa’nın en büyük partisi haline gelmişti. Onun yeni projesinin ofisi yerel toplumdan insanlar için bir alan olarak tasarlanmıştı. Futbol antrenörleri, girişimciler, siyasetçilerin hepsi halka ait ortak masada yan yana oturuyordu. Tam da Corbyn’e göre. “İnsanları bir araya getirmek, yaptığımız bu” diyordu. ‘Bana bir uyarı’ 2019’daki seçimden bir ay önce Corbyn’in İşçi Partisi başkanı olarak geçirdiği dört yıl boyunca çıkmış gazete küpürlerini incelemeye karar verdim. Amacım Britanya ordusu ile istihbarat teşkilatından ona gelen saldırıların izin sürmekti ve bulduğum şeyle şok yaşadım. Ulusal güvenlik teşkilatı içinden hazırlanan 34 kadar raporda Corbyn’e, Britanya güvenliği açısından bir “tehdit” olduğu gerekçesiyle saldırılıyordu. Kronolojik sıralamaya konulduğu zaman bir kampanya gibi duruyordu ve kamuoyu önünde yaptıkları tek şey buydu. Bir buzdağının tepesine benziyordu. Bir örnek, Corbyn’in 2015’te İşçi Partisi’nin başkanlığına seçilmesinin ardından yaşandı. The Sunday Time gazetesi “üst düzey muvazzaf bir generali” kaynak gösterdi ve bu generalin bir Corbyn hükümetini engellemek için silahlı kuvvetlerin “doğrudan eyleme geçeceği” uyarısında bulunduğunu yazdı. İsmi verilmeyen general şunu da ekliyordu: “Her düzeyde kitlesel istifalar olacak ve gerçekte bir başkaldırı sayılabilecek bir olayın yüksek ihtimaliyle karşılaşacaksınız.” Corbyn bana şunu dedi: “Benim 2015’te başkan olarak seçilmemden sadece kısa bir süre sonra görünüşe göre muvazzaf olan bir generalin kaynak olduğu bu olaya karşı hemen itiraz ettik ve söz konusu kişinin sadece kendi adına konuşan başıboş bir unsur olduğu cevabını ilettiler. Ancak ben olayın beni hedefleyen bir uyarı atışı olduğunu düşünüyorum." Corbyn bu uyarının, Britanya devletinin “son derece Amerikan yanlısı savunma ve dış politikası yerine kendisinin barışa dayalı, demokrasiye dayalı, adil ticarete dayalı” uluslararası politikalarını hedeflediğini söylüyor. Ve şunu ekliyor: “Bunun saldırılara yol açacağını biliyorduk ve kesinlikle açtı. Ayrıca taraftarlarımızın çoğu için de, dışişlerinde ve parlamentoda aynı dış politikayı desteklemek için o zamana kadar aralarında sıkı bir anlaşma bulunan bakanlarda karşı çıktığımız şeyle ilgili bir uyarı oldu. Peki şoke oldum mu? Evet. Şaşırdım mı? Hayır.” 'Bilerek altımı oyuyorlar' MI5 ve MI6 da bu açık kampanyaya dâhil oldu. Eylül 2018’de Sunday Times’a konuşan ve isimleri verilmeyen iki hükümet kaynağı, dönemin MI5 şefi Andrew Parker’ın Corbyn’i davet ederek “terörle ilgili hayatın gerçekleri konulu bir konuşma” yaptığını aktardı. MI5, mutemelen ajansın şefinin Corbyn’e brifing vermek istediği konu hakkında makalede dikkat çekilen sızıntıya da müdahil olmuştu. Gazeteciler bu hikâyeyi ayrıca, “İşçi Partisi liderinin terörizmle ilgili halka yaptığı açıklamaların bazılarının güvenlik servisleri açısından problem teşkil ettiğini tasdik eden” bir “güvenlik kaynağına” dayandırmışlardı. Akabinde, iki ay sonra Daily Telegraph yine isimsiz bir kaynaktan edindiği bilgiye göre, Corbyn’in kısa bir süre önce dönemin MI6 şefi Alex Young ile görüştüğünü ve “ajansın çalışmalarının önemi ile Britanya’nın karşılaştığı tehditlerin kendisine açıkça anlatıldığını” yazdı. Yapılan itham yine Corbyn’in, Birleşik Krallık’ın karşı karşıya olduğu tehditler konusunda tecrübesiz olmasıydı. Ajansta “Bay Corbyn’in istihbarat teşkilatının çalışmaları hakkında bilgilendirilmesinin zamanının geldiği” düşüncesini ifşa eden “Whitehall official” sızıntısı da muhtemelen MI6’in işiydi. Corbyn bana, “Onlar açıkça gizli görüşmelerdi” dedi. “Biz açıkça onlara hazırlanıp toplantı yerine gittik. Toplantı hakkında kimseye kesinlikle bilgi vermedik ya da sızdırmadık. Ofisime bu görüşmelerin tamamen gizli olarak ele alınması gerektiği talimatını verdim. Ve öyleydi. Bunu onlar sızdırdı ve beni şu ya da bu şekilde azarlayarak altımı oymak için sızdırdılar. Hiçbir şekilde toplantı doğasına uymuyordu.” Corbyn şunu da ekledi: “Toplantı onların dünyanın pek çok bölgesi ve pek çok konu hakkında konuştuğu bir konuşma şeklinde geçti ve konuşulanların hiç birisi benim için yeni ve şaşırtıcı şeyler değildi. Konuşma IŞİD’in rolü, Suriye’deki savaş, Irak savaşı sonrası, Afganistan vs. hakkındaydı. Bu çatışmalar hakkında ne düşündüğümü ve ne söylediğini gayet iyi biliyorlardı.” Corbyn şöyle devam etti: “Onlar benim kendilerinden ve hükümetten farklı düşündüğümü kabul ettiler ve görüşmeler oldukça samimiydi. Agresif miydiler? Hayır. Zekice bir tartışmaydı. Tabii ki her şey kaydedildi. Sonra tabii ki bilerek benim altımı oymak için her şey sızdırıldı.” Kasıtlı bir mesaj Corbyn’e saldıran sadece Britanya devleti değildi. Haziran 2019’da dönemin ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Birleşik Krallık’ı ziyaret etti ve özel bir görüşmede şunları söylediği kaydedildi: “Bay Corbyn zorlukları atlatıp seçimi kazanabilir. Bu mümkün. Bilmeniz gerekir ki ona karşı koymaya başlamak için bu şeyleri yapmasını beklemeyeceğiz. Elimizden geleni yapacağız. Kötü şeyler bir kez gerçekleşince durum çok riskli, çok önemli ve çok zordur.” Brexit referandumuna Rusya’nın müdahalesi iddialarının Britanya basınında oldukça geniş yer bulmasına kıyasla Pompeo’nun sözleri nadiren yer aldı. Corbyn’e bunun nedenini sordum. “Bu ülkede pasif bir basınımız var” şeklinde cevap verdi. “Britanyalılar kendinden emin bir biçimde dünyada en iyi medyaya, dünyada en iyi yayınlara, dünyada en iyi demokrasiye sahip olduğumuzu söyler. Bunun anlamı yok, son derece, tamamen anlamsız. Bizim medyamız pasif, otosansür uygulayan, hükümetin haber yayınlamama emirlerini kabul eden, buna karşı çıkmayan bir medya. Ve ana akım medyanın ağırlıklı çoğunluğu Julian Assange’i desteklemek ya da savunmak için parmağını bile kıpırdatmadı.” Ve ekledi: “Yani sonuçta bizim her zaman gerçekleri ifşa eden cesur bir Britanya basınına sahip olduğumuz düşüncesi tamamen anlamsız. The Guardian gibi sol eğilimli olduğu varsayılan liberal gazeteler bile, onlar tüm bunların neresinde? Hiçbir yerinde! Pompeo’nun açıklamaları nerede skandala yol açtı? Hiçbir yerde. Biz tabii ki buna karşı çıktık, protesto ettik. Bize tek söylenen onun gizli bir brifing olduğuydu. Değildi. Tamamen açık bir mesajdı.” Pompeo, 2017-18 yıllarında dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın CIA direktörüydü ve Corbyn bundan habersiz değildi. Corbyn ayrıca 1973’te Şili Cumhurbaşkanı Salvador Allende ile demokrasiyi deviren CIA destekli darbeden de bahsetti. “Allende’nin seçildiğini gözlerimle gördüm. Öldürüldüğünü canlı gördüm. Şili’deki darbeyi canlı gördüm” dedi. Bunlar Corbyn’in siyasi gelişimini şekillendiren olaylardı. Corbyn, sözlerine devamla, “Ama Pompeo bu açıklamalarında yalnız değildi” dedi. “Binyamin Netanyahu da bu konuda yorum yaparak benim başbakan olmamam gerektiğini söyledi. Pardon, Britanya başbakanının kim olması gerektiğine karar veren Binyamin Netyanyahu kim? İsrail başbakanının kim olacağına karar verecek olan ben değilim… Peki o kim ki böyle bir yorum yapıyor? Britanya medyası buna da yine balıklama atladı… Dürüst olmak gerekirse Britanya medyasındaki sözde araştırmacı gazeteciler sadece zavallı.” The Daily Telegraph, Kasım 2019’da yani seçimden bir ay önce Netanyahu ile yapılan “özel” bir röportaj yayınladı. Netanyahu röportajda, “Eğer Jeremy Corbyn başbakan olursa İsrail, Birleşik Krallık ile istihbarat işbirliğini kesebilir” demişti. ‘Britanya devletinin maşası’ The Guardian gazetesi uzun bir zamandır Britanya’da liberal solun sesi olarak görülmektedir. Bu yüzden Corbyn’in başkanlığı sırasında onu alaşağı etmeyi hedefleyen kampanyanın medyadaki esas aygıtlarından birisi olarak hareket etmesi çoğu kişiyi şaşırttı. Gazete, Corbyn’in başkanlığını sarsan “anti-semitizm krizinin” de kilit bir parçasıydı. Gazete makalelerinin veritabanını tutan Factiva’nın bir araştırmasına göre Guardian, 2016-19 yılları arasında İşçi Partisi ve anti semitizmden bahseden bin 215 haber, yani günde ortalama yaklaşık bir haber yayınladı. Guardian yine aynı dönemde Muhafazakâr Parti’nin çok daha ciddi bir problemi olan İslamofobi hakkında sadece 194 makale yayınladı. Örneğin YouGov’ın 2019 yaptığı bir ankete göre Muhafazakâr Parti üyelerinin neredeyse yarısı Müslüman bir başbakan tercih etmeyeceğini söyledi. Guardian’ın İşçi Partisi’ndeki anti-semitizme verdiği yer, partide sorunun bilinen büyüklüğü ile kıyaslandığında şüphe çekecek kadar büyüktü. Ve Corbyn’in odağa alınması bu konunun siyasi amaçlarla kullanıldığı izlenimi veriyordu. Müteveffa Yahudi antropolojist David Graeber 2019 seçiminden sonra şu yorumda bulundu: “Guardian’a gelince, ‘İşçi partisinde antisemitizm tartışmaları’ sırasında en yüksek oranda yalan ifadeler konusunda Daily Mail’i bile geçtiklerini asla unutmayacağız. Tuhaf bir şekilde neredeyse her biri İşçi Partisi’nin aleyhine olan rastgele hatalar vardı.” Corbyn bana, “Guardian ile ilgili hiç aldanmadım, bir kez bile” dedi. “Annem beni yetiştirirken Guardian okumamı söyledi. ‘Güvenebileceğin iyi bir gazete’ dedi. Hayır güvenemezsiniz. Bana muamelelerinden sonra Guardian’a güvenmiyorum.” Corbyn şöyle devam etti: “Guardian’da çalışan iyi insanlar var, Guardian’da bazı yetenekli yazarlar var. Ancak bir gazete olarak Britanya devletinin bir maşası. Ana akım devlet gazetesi. Yani soldaki herkes şunu anlasın: Guardian satın aldığınız zaman bir devlet gazetesi alıyorsunuz.” Corbyn, 2015 yılı başkanlık kampanyası sırasında gazetecilerle görüşmek için Guardian’ın ofislerini ziyaret ettiğini söyledi. Bir görüşme tüm ekiple, diğeri ise ana editör ekibiyle yapılmıştı. “Bütün ekiple yapılan görüşme iyiyidi. Orada pek çok genç vardı, ilginçti, eğlenceliydi, neşeliydi, keyifliydi, çok iyi karşılandım. Ve sordular: ‘Tamam, İşçi Partisi başkanı olarak ne yapacaksınız?’ Ben de kemer sıkma politikalarına karşı olmamdan ve sosyal adaletten anlatmaya başladım… Bazı sorular gerçekten zordu. Peki, sorun yok. Çok saygılıydılar ve çok hoş bir görüşme oldu. Sonra da editör ekibiyle görüştük.” Burada durakladı. Kaşlarını kaldırarak “biraz farklıydı” dedi. “Uyarılıyor gibiydim. Aslında dayanılmaz bir şekilde kendini önemli sanan bir ekip tarafından uyarılıyor gibiydim.” Sözlerine şöyle devam etti: “Peki şaşırdım mı? Hayır. Ve başından beri Guardian’ın bu tavrıyla yaşamak zorundaydım. Ancak İşçi Partisi üyelerinin çoğu tarafından okunması ve merkez ve sol Britanya siyasetinin görüşlerinin şekillenmesinde en önemli gazete olması sebebiyle Guardian eşsiz bir konumdaydı. Ve bunun gayet farkındaydılar. İşte bu yüzden benim parti başkanı olduğum sırada Guardian’ın davranışının analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira onlar ve BBC, beni çevreleyen anti semitizm eleştirilerinde Mail, Telegraph ve Sun’a kıyasla daha fazla kaynağı belirtilmemiş haber yayınlamıştı.” ‘Onun suçu ne?’ Guardian’ın yakın tarihinde yüz kızartıcı başka bir kısım da WikiLeaks’in kurucusu ve bir kereliğine Guardian ile birlikte çalışmış Julian Assange’a muamelesiydi. Assange, Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde Birleşik Krallık tarafından keyfi bir biçimde tutuklandığı zaman pek çok düşmanının ona karşı yürüttüğü enformasyon savaşında esas aygıtlardan birisi Guardian olmuştu. Assange ile Rusya arasında bir bağlantı kurmaya çalışan açık bir mini kampanya altı ay sürdü ve Kasım 2018’de ana sayfada yer alan bir skandal haberle sona erdi. Haberde ismi verilmeyen kaynaklara dayanılarak Assange’in, Trump’ın eski kampanya meneceri Paul Manafort ile üç gizli görüşme yaptığı iddia ediliyordu. Şimdi Manafort haberinin yalan olduğunu hemen herkes kabul ediyor ve Guardian haberi hiç geri çekmemiş olsa da artık ona atıfta bulunmuyor. Assange’i sorduğum zaman Corbyn bana, “Nelson Mandela 1964’teki Rivonia ihanet davasının ardından müebbet hapis cezasıyla maksimum güvenlikli bir hapishaneye konuldu” dedi. “Hepsi 60’lar, 70’ler ve hatta 80’lerdeydi. Nelson Mandela, Afrika ve dünyada bir avuç insanın desteklediği yalnız bir figürdü. Popüler, ikonik bir figür hiç değildi. Çok sonraları ırkçılığa karşı mücadele eden ikonik bir figüre dönüştü. Ve serbest bırakıldığı ve Britanya parlamentosuna geldiği zaman açıkça ırkçılık hareketinde yer almış insanların hayret verici konuşmaları oldu. Ama ben benim katıldığım ırkçılık karşıtı hareketlere onların ne şekilde katıldığını bir şekilde kaçırdım” derken Corbyn, karakteristik ironi tavrıyla gülümsedi. “Nasıl gittiğini bilirsiniz, sorun yok.” “Julian Assange’in suçu ne?” Vurgulayarak bir daha sordu “Suçu ne?” Devamında kendi sorusuna cevapladı: “Assange, ABD’nin ne yaptığı, ABD dış politikasının ne yaptığı, Afganistan, Irak, Guantanamo Körfezi ve pek çok başka yerdeki yasadışı faaliyetleri hakkında bilgi toplamayı başardı. Gazetecilerin önemli bir geleneği olarak kaynağı ifşa etmemek oldukça önemlidir ve bundan dolayı takibata uğradı ve bildiğimiz gibi Ekvador Büyükelçiliği’ne sığındı, ancak oradan dışarı çıkamadı.” Şunları da sözlerine ekledi: “Daha sonra Ekvador Büyükelçiliği’nde kaldığı bütün süre boyunca görünüşte bağımsız olan, ancak gerçekte Amerikalılara çalışan bir güvenlik şirketi tarafından gözetim altında tutulduğunu keşfettik.” El Pais gazetesi, 2021 başlarında Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nin güvenliğinden sorumlu İspanya menşeli şirketin, Assange’in CIA yetkilileriyle yaptığı gizli görüşmelerin ses ve görüntü kayıtlarını paylaştığını ortaya çıkardı. Yine onun avukatlarıyla yaptığı görüşmelerin de paylaşıldığı belirlendi. Aynı yıl daha sonraları, Guardian adına çalışan bir gazeteci, Assange’ı koruması gereken şirketin aslında onun hakkında bilgi topladığını bildiği yeni bir ifşa ile ortaya çıktı. Bu gazeteci Assange’ı uyarmak yerine onun özel görüşmelerinin yasadışı kayıtlarının dökümlerini istemişti. Corbyn, “Assange başlangıçta Guardian tarafından sıcak karşılanmıştı. Gazete onun verdiği her şeyi yayınladı ve sonra onunla ilişkiyi kesti ve görmezden gelmeye devam ediyor” dedi. Corbyn geçen aylarda Assange’ın ülkesine iadesi davası hakkında farkındalığı artırmak için Britanya’daki mahkeme önlerinde çok sayıda gösteriye katıldığını söyledi. “Dünyanın her tarafından çok sayıda medya kuruluşu oradaydı” dedi. “Bir gün tüm dünyadan yaklaşık 15 basın kuruluşuyla röportaj yaptım. Britanyalılar neredeydi? Yoktu. Sosyal medya hariç hiçbirisi yoktu. Peki, hemen yanı başlarındaki Yüksek Mahkemeden öğrenebilecekleri, ofislerinden yürüyerek gidip gelebilecekleri kadar yakın olan ve bugünün dünyasında özgürlük hakkında bilinen en büyük hikâyeye kendisini götüremeyen Britanya medyasına ne demeli? Bu olay Britanya’daki ana akım medyanın pasif doğası hakkında her şeyi anlatıyor.” Julian Assange şu an itibariyle yaklaşık bin 200 gündür Londra yakınlarındaki Belmarsh maksimum güvenlikli hapishanesinde tutuluyor. Corbyn, “O hiçbir şeyle suçlanmıyor. Onun hapis cezası çekmesini gerektirecek devam eden hiçbir suçlama yok. Ve geçmişte içinde kalan mahkûmları gördüğüm Belmarsh korkunç, korkunç bir yer ve Assange orada sağlığına yönelik tehlikelerle birlikte yaşıyor” dedi. İçişleri Bakanı Priti Patel, Cuma günü Assange’in casusluk suçlamasıyla müebbet hapis yatacağı ABD’ye iadesini onayladı. ‘Onu daha önce hiç görmedim’ Uzun ve dolambaçlı Assange davasında rol alanlardan birisi de İşçi Partisi olarak Corbyn’in halefi Sör Keir Starmer’dı. Starmer, 2008-13 yılları arasında yani Crown Prosecution Service’ın (CPS), Assange’ın cinsel taciz iddiaları hakkında sorgulanması için İsveç’e iadesi teklifini değerlendirdiği dönemde söz konusu teşkilatın başkanlığını yapmıştı. CPS, Assange davasına ilişkin ve çoğunluğu Starmer’ın başkanlık dönemini kapsayan kilit e-postaları imha ettiğini itiraf etti. Starmer’a bağlı çalışan bir CPS avukatı da 2010 ya da 2011 yılında İsveçli otoritelere Assange ile görüşmek için Londra’ya gelmemeleri tavsiyesinde bulunmuştu. O dönem Birleşik Krallık’ta yapılacak bir görüşme uzun süren büyükelçilik açmazını önleyebilirdi. Starmer, 2016 yılında Corbyn’in başkanlığını hedef alan ‘piliç darbesi’ne katılıp onun gölge göç bakanlığından çekildi. İstifa mektubunda, “kritik konularda çok daha yüksek sesle konuşulması gerektiğini” ifade ederken, Corbyn’in başkanlığı hakkındaki “çekinceleri” dile getirdi. Darbe savuşturulduktan ve Corbyn oy çokluğuyla yeniden seçildikten sonra Starmer sadece gölge kabineye atanmakla kalmadı, aynı zamanda en kıdemli pozisyonlardan birini kaptı. Corbyn konuyla ilgili şunları söyledi: “Keir Starmer’ı Brexit pozisyonuna atadım, çünkü yasalarla ilgili bilgi ve yeteneği vardı. Ve parlamentodaki İşçi Partisi üyelerine, ‘Bakın, İşçi Partisi’nin yapısını biliyorum. Bu yüzden bu geniş ve farklılıklardan oluşan gölge kabinede atamalar yaptım’ demek önemliydi. Peki, bu, yöentimi kolaylaştırdı mı? Hayır. Gölge kabinede çok tartışmalar oldu. Bahse girersin. Tartışmalara engel olmadım, teşvik ettim.” Sözlerine şöyle devam etti: “Ancak şunu söylemeliyim ki partimizin taraftarları arasında AB’de kalmak ve ayrılmak konusunda 60’a 40’lık bir bölünmenin olduğu Brexit ile ilgili bu zor pozisyonu açtığımız zaman insanları birleştirmek için bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorduk. İnsanlara sosyal ve ekonomik bir mesaj vererek birleştirmeye çalıştım: ‘Fakirseniz ve bununla mücadele ediyorsanız, nasıl oy kullanmış olursanız olun refah ve iktidarı paylaştıracak bir İşçi Partisi hükümetine ihtiyacınız var.’” Corbyn, o zaman yeni atamış olduğu gölge Brexit bakanı hakkında çok fazla bir şey bilmediğini kabul ediyor. Corbyn, Starmer hakkında, “Onun geçmişi hakkında her şeyden haberim var mıydı? Hayır, gerçek anlamda yoktu. Olmalı mıydı? Yani. Ancak birinin bilebileceği ve bilmesi gereken ancak bir başkasının bilmediği bir sürü şey var” ifadesini kullandı. Corbyn sözlerine şöyle devam etti: “Bunu parti başkanlığı için aday olduğu zaman 2019 yılındaki manifestoyu ve içindekileri kabul ettiğini açıkça söyleyip kendi on maddesini de ona eklediği zaman fark ettim. Bunlar şimdi terk edilmiş görünüyor diyelim.” Solu hedef almak Starmer’ın şimdi bilinmeyen 10 sözü, İşçi Partisi’nin onun liderliğinde Corbyn olmadan Corbynizmi devam ettirme vaadinde bulunuyordu. En fazla kazanan yüzde 5’lik kesimden alınacak vergilerin artırılmasını destekleme, demiryolu, posta, enerji ve su hizmetlerini millileştirme ve partiyi birleştirme sözü vermişti. Ancak Starmer’ın başkanlığının şu ana kadar en ayırt edici özelliği sola yapılan saldırılar oldu. Solun tekrar ayağa kalkışının sembolü olan Corbyn doğrudan hedef alındı. Eşitlikler ve İnsan Hakları Komisyonu’nun partideki antisemitizm konusundaki raporuna verdiği cevap sebep gösterilerek Ekim 2020’de İşçi Partisi üyeliği askıya alındı. Corbyn’in ifadeleri, antisemitizmin “kesinlikle iğrenç” ve “tek bir antisemitistin bile partide istenmediği” şeklinde oldu. Şunları da ekledi: “Problemin boyutları bizim parti içinde ve dışındaki rakiplerimiz ve medyanın büyük bölümü tarafından siyasi sebeplerle abartıldı.” Geçmiş beş senede yaşananları takip edenler için bu açık bir gerçeğin ifadesiydi. Yahudi toplumunun İşçi Partisi’ndeki antisemitizmin boyutları hakkındaki gerçek korkularının giderilmesi de önemli bir noktaydı. Ancak Starmer aynı şekilde görmüyordu. Corbyn bana, “EHRC raporuna verdiğim ve mantıklı ve dengeli olduğunu düşündüğüm cevap, benim parti üyeliğimin hemen askıya alınmasıyla sonuçlandı ki bu, benden önce medyaya söylenmişti” dedi. Corbyn şu anda 39 yıl boyunca temsil ettiği Islington North’u bağımsız bir milletvekili olarak yine temsil ediyor ve şu anda geri dönmeye odaklandığını söylüyor. ‘Şu ana kadar olmuş en büyük isyan’: Suudi Arabistan Britanya basını Rusya’nın bu yıl başlattığı Ukrayna işgaline sabitlenmişken, 2015’te başlayan ve dünyanın en kötü insani felaketini yaratan Suudi Arabistan’ın Yemen’e karşı yürüttüğü savaşı büyük oranda görmezden gelmekte. Milyonlarca çocuk açlığın kıyısında. Suudi savaş makinesi Britanya’dan milyarlarca paund değerinde silah şeklinde kritik bir destek yanında geniş çaplı lojistik destek de almaktadır. Birleşik Krallık’ın 1964 yılından bu yana Suudi silahlı kuvvetleri içinde 10 kıdemli askeri bulunmaktadır. Üç personel de Suudi Hava Operasyonları Merkezi’nde daimi olarak bulunuyor. Riyad’daki Vahhabi diktatörlüğüne verilen destek uzun zamandır Britanya dış politikasının partiler üstü bir temeli olagelmiştir. Savunulması açıkça mümkün olmayan böyle bir politika hakkında neden partiler arası bir uzlaşma olmadığını Corbyn’e sordum. Corbyn şu cevabı verdi: “Suudi Arabistan ile Britanya çok yakın ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilere sahip. Bu yeni bir şey değil. Başından itibaren bir Britanya icadı olan Suudi Arabistan'ın kuruluşuna kadar gidiyor.” Corbyn sözlerine şöyle devam etti: “Britanya'nın bütün bölge üzerindeki sömürge politikalarının kötü etkilerini anlamak için Orta Doğu'nun tamamının tarihini okumanız gerekiyor. Bu iyi bir şekilde belgelenmiştir, ancak iyi anlaşılması gerekiyor... Benim arzuladığım şeylerden birisi de, sömürgecilik ve emperyalizmi daha iyi anlatabilmek için eğitim sistemimizin tümünde tarih öğretimini geliştirmektir.” Suudi Arabistan, Britanya'nın silah ihracatının tümünün yüzde 40'ını almaktadır. Birleşik Krallık'taki en büyük yüklenici, Yemen savaşının başından bu yana Suudilere en az 17,6 milyar Strelin tutarında silah ve mühimmat satmış olan BAE Systems'tir (British Aerospace Systems). Birleşik Krallık destekli Suudilerin Yemen harekatı, okul ve hastanalerin bombalanması gibi rutin savaş suçları işlemektedir. Ancak Corbyn'in İşçi Partisi, Birleşik Krallık ile Suudiler arasındaki bu sıcak 'özel ilişkiyi' ilk kez alt üst etmekle tehdit etmişti. Corbyn bununla ilgili olarak, “Bir parti olarak Suudi Arabistan ile bütün silah alışverişini durduracağımızı deklare etmemiz için baskı yaptım” dedi ve şunları ekledi: “İşçi Partisi'nin konferansına gözlemci olarak katılacak Suudi heyetinin iyi karşılanmayacağından emin olmak için müdahale ettim. Buna karşı bir sürü insandan tepki geldi ve ben dedim ki, 'Hayır, onlar Yemen'i bombaladığı ve biz de Suudi Arabistan'a silah satışına karşı olduğumuz sürece bu teklif geçerli olacak.'” Corbyn daha sonra Suudi Arabistan'a silah satışlarını askıya almak için bir meclis önergesi verdiğini ifade etti. “Bunun iş hayatına, Britanya'daki British Aerospace Systems ve diğerleri gibi önemli şirketlerin işine zarar vereceğini, bunu sürdüremeyeceğimizi, bunun toplumlarımız ve destek gruplarında korku ve hasara sebep olacağını söyleyen İşçi Partili milletvekillerinin sıradışı düzeyde lobi ve muhalefetiyle karşılaştım. Dedim ki, 'Bakın, bunun istihdam üzerindeki uzun vadeli etkilerini tamamen anlıyorum. Ancak eğer insan hakları konusunda ciddiysek ve öyleyiz –ve görünüşe göre siz de öylesiniz– politikamız şu olmalı: silah satışlarını durduracağız ve bu endüstrileri başka bir şeye dönüştürmek için bu iş pozisyonlarını koruyacağız.'” Ekim 2016'da Corbyn, Birleşik Krallık'ın Suudi savaş makinesine desteğini kesme çağrısıyla Avam Kamarası’nda önergeyi oylamaya sundu. Yüz kadar İşçi Partisi milletvekili ya aleyhte ya da çekimser oy kullandı. Corbyn, “Partinin lideri olarak benim dönemimin en büyük isyanıydı. Beni dehşete düşürdü, üzdü, hayal kırıklığına uğrattı. Ve genellikle silah ihracatçılarının güdümünde olan dış politikanın itici gücü olan silah sanayiinin ne kadar derinden baskı yaptığını gözler önüne serdi” dedi. Şunu da ekledi: “Düşünce kuruluşlarını kimin fonladığına bir bakın. Seminerleri kimin düzenlediğine bir bakın. Gazetelere 'Burada büyük bir gerilim var' diyen makaleleri kimin koyduğuna bakın... Hepimiz bunu anlıyoruz. Bu gerilimleri nasıl çözeceksiniz? Silah mı göndereceksiniz? Parayı okullara harcamayan, hastanelere harcamayan, barınmaya harcamayan, insanları beslemeye harcamayan bir ülkenin o parayı silahlara harcadığını kesin olarak bildiğiniz halde mi?” Britanya'daki en nüfuzlu üç düşünce kuruluşunun tamamı –RUSI, Chatham House ve IISS– dünyadaki en büyük bir dizi silah şirketi tarafından fonlanmaktadır. Corbyn, “neden konuşmayı bırakıp barışı onurlandırmıyor ve barış inisiyatifleri ile barış süreçlerini desteklemiyoruz? Bütün savaşlar bir konferansla biter. Bütün savaşlar bir tür anlaşmayla sona erer. Neden orta aşamayı bırakıp sona gitmiyoruz?” sorusunu sormadan önce “Bu ülkede silah lobisinin gücü çok fazladır” dedi. İsrail’in İşçi Partili Dostları Birleşik Krallık'ın dış politikasında iki parti arasındaki uzlaşmada meydana gelen başka bir kırılma, Corbyn'in İsrail karşısındaki pozisyonu oldu. İsrail, uluslararası insan hakları yasasını sürekli ihlal etmektedir ve ABD ile Birleşik Krallık'ın en büyük insan hakları grupları olan Human Rights Watch ile Amnesty International tarafından Filistinlilere ırkçılık uygulamakla suçlanmaktadır. İsrailli önde gelen insan hakları gruplarından B'Tselem de aynı kanaattedir. Britanya'nın Suudi Arabistan gibi İsrail'e de desteği devasa ve çok yönlüdür ve Filistinlilere karşı düzenlenen operasyonlara yardım içermektedir. Ancak Corbyn'in her iki seçim manifestosu da Filistinli sivillerin insan haklarını ihlal etmeyi alışkanlık haline getirmiş İsrail'e Britanya'nın silah göndermesini durdurma çağrısı yapıyordu. Ona, “Siz uzun bir zaman sonra büyük bir partinin ilk Filistin yanlısı lideriydiniz ve bu da tartışmalıydı” dedim. “Bence muhtemelen ilkiyim” diye cevap verdi. Ben Michael Foot olabileceğini düşünmüştüm. İşçi Partisi'nin 1980-83 arasında liderliğini yapmış son solcu lideriydi ve Filistinlilerin insan haklarını savunuyordu. Corbyn, “Michael Foot'un bu konuda çok da konuştuğunu hiç hatırlamıyorum” sözleriyle durumu netleştirip devam etti: “Bence ben, Filistin halkını ve Gazze ile Batı Şeria'da işgalin sona ermesini destekliyorum. Ve manifestolarımızda bağımsız bir Filistin devletinin tamamen tanınması bulunmaktadır.” Ancak Corbyn'in, Britanya hükümetinin deklare edilmiş duruşuyla aynı olan pozisyonu Britanya'da İsrail yanlısı lobi yapan grupların büyük tepkisine neden oldu. Bunlardan birisi de “iki halk için müzakere edilmiş iki devletli bir çözüm için kampanya yaptığını” söyleyen bir parlamento grubu olan İsrail'in İşçi Partili Dostlarıdır (LFI). Corbyn'e, İşçi Partisi'nin, ırkçı bir devleti temsil eden bir lobi grubuna sahip yenilikçi bir siyasi partiye dönüşüp dönüşmediğini sordum. “Ben parti içinde, bütün dünyada bazı ülke ya da yerlerin dostları olmasına karşı değilim, bence demokratik siyaset mozağinin adil kısmı budur. Beni endişelendiren şey fonlar ve görünüşe göre İsrail'in İşçi Partili Dostları oldukça cömert yardımlar alıyor ve tahminime göre bu fonlar İsrail hükümetinden geliyor” şeklinde cevap verdi. LFI kendisini fonlayanları açıklamadı, ancak el-Cezire’nin gizlice hazırladığı bir belgesel, onun Londra’daki İsrail Büyükelçiliği’ne çok yakın olduğunu gösteriyordu. İşçi Partisi'nin 2016 yılındaki konferansında gizlice çekilmiş bir görüntüde LFI başkanı ve partinin milletvekili Joan Ryan'ın büyükelçilikten İsrailli bir diplomat olan Shai Masot ile görüştüğü tespit edilmişti. Ona şöyle soruyordu: “İsrail Büyükelçiliği’ne soktuğumuz isimlere ne oldu Shai?” Masot şöyle cevapladı: “Tam şu anda paramız var, bir milyon pounddan fazla, çok para.” Londra'da bir pub'ın dışında kaydedilmiş başka bir konuşmada da, dönemin LFI parlamento yetkilisi Michael Rubin, LFI ile İsrail Büyükelçiliği’nin “birlikte çok yakın, ancak perde gerisinden çalıştığını” itiraf ediyordu. Ayrıca İsrail Büyükelçiliği’nin kendilerine çok fazla yardım ettiğini ekliyor ve sözlerine şöyle devam ediyordu: “İsrail hakkında kötü hikayeler geldiği zaman büyükelçilik karşı koyabilmemiz için bize bilgi veriyordu.” Halihazırda aralarında Keir Starmer ve neredeyse bütün gölge bakanlarının bulunduğu 75 İşçi Partisi milletvekili –partinin milletvekillerinin üçte birinden fazla– LFI'ın ya destekçisi ya da çalışanı. Lordlar Kamarası’nda İşçi Partisi’ni temsil eden 38 üye de kayıtlıdır. Gölge sağlık bakanı Wes Streeting geçen ay LFI ile birlikte İsrail'deydi. Corbyn’e, el-Cezire ifşaatının yayınlandığı zaman İşçi Partisi’nin neden bir eylemde bulunmadığını sordum. “El Cezire'nin yayınladığı belgeselde ifşa edilen içeriği gerçekten protesto ettik” diye cevap verdi. “Parti İsrail'in İşçi Partili Dostları'nın davranışı konusunda daha sağlam adımlar atmalı mıydı? Evet. Hatırlayın, İşçi Partisi'nin üst düzey bürokrasisinin gerçekten benim altımı oyduğu bir dönemdi.” Sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben başkan olmadan önce bunu küçümsedik mi? Evet küçümsedik.” Anti-semitizm krizi Filistin yanlısı siyasi duruşunun sonucu olarak onu sarmalayıp içine çeken antisemitizm krizi hakkında Corbyn ne düşünüyor? “Durum neredeyse tamamen buydu” dedi. “Hayatımı her ne şekil ve yerde olursa olsun ırkçılıkla mücadeleye harcadım. Ebeveynlerim gelişme dönemlerini Britanya'da Nazizmin yükselişine karşı mücadeleyle geçirmiş ve ben de o şekilde büyüdüm. Ve 1970'lere gelindiğinde Ulusal Cephe'nin ilerleyişi söz konusuyken bu ilerlemeyi durdurmak için büyük Wood Green gösterisini düzenleyenlerden birisiydim.” Corbyn sözlerine, “Ve şu ya da bu şekilde antisemitist olmakla suçlandım. Bana yönelik suçlamalar iğrençti, yalandı ve korkunçtu. Olanları iyi bilmesi gereken ve bilen insanlardan geliyordu. Beni 40 yıldır tanıyan insanlar ırkçılık karşıtlığı bağlamında söz ve hareketlerimden bir kere bile şikayet etmemişti. Ta ki İşçi Partisi başkanı olmama kadar. Zamanlama da ilginç bir tesadüf. Her zaman açıkça çürütmeye çalıştığımız iğrenç iddialar.” “Ve ben Yahudi sosyalistlerin, bütün ülkede İşçi Partisi'ne üye çok sayıda Yahudi'nin ve tabii ki seçim bölgemdeki yerel Yahudi cemaatinin verdiği desteğe sonsuza dek minnettar kalacağım.” Hakkındaki suçlamalar konusunda şunları da ekledi: “Kişiseldi, alçakçaydı, mide bulandırıcıydı ve öyle devam ediyor.” Corbyn'e olanlar, İsrail yanlısı grupların bütün dünyada kullandığı denenmiş ve test edilmiş taktiğin uç bir örneğiydi: İsrail'in politikalarını eleştirenleri antisemitist oldukları iddiasıyla karalamak. ABD'li Senatör Bernie Sanders, yazar Sally Rooney ve Ben & Jerry dondurma şirketi son örnekler. Corbyn, “Buradaki taktik, birinin özünde antisemitist olduğunu söylemektir, sonra bu itham onun üzerinde kalır ve medya da papağan gibi tüm zaman onu tekrarlar” dedi. “Sonra sosyal medyada tacizler başlar, taciz mektupları, taciz telefonları, hepsi başlar. Ve bu oldukça dehşet verici ve tiksindiricidir. Yalnızlaştırmak için tasarlanmıştır. Bizim gerçekten yaptığımız gibi bu alçak iddiaları çürütürken bütün enerjinizi tüketmek için tasarlanmıştır. Ancak dikkatleri barış hakkında, adalet hakkında, sosyal adalet hakkında, ekonomi hakkında ve başka şeyler hakkında temel mesajlarınızdan başka tarafa çekmeye eğilimlidir.” Muhafazakarların 2019 seçim stratejisi İşçi Partisi'nin antisemitizm suçlamalarıyla batağa sürükleyip ivme kazanmalarını önleyerek onları durdurmak ve saplantılı bir biçimde “Brexit'i Bitir” mesajını vermek gibi görünüyordu ve bu strateji işe yaradı. Corbyn medyada daima Britanya Parlamentosu’ndaki aykırı bir radikal, gelenek ve tarihle çelişen birisi olarak takdim edildi. Bu, bir anlamda doğrudur –onun bir lider olarak politikaları barış ve adaleti devletin çıkarlarının üstüne koyuyor–; ancak aynı zamanda Corbyn, parlamentoya ve parlamentodaki mekanizmalara tutkuyla bağlı oldukça geleneksel bir İngiliz radikaldir.

Kudüs Haber Ajansı - KHA | kudushaber.com.tr

Yorumlar