BAHREYN'DE BARIŞÇIL DEVRİM HAREKETİNİN DİNAMİKLERİ (ANALİZ)

Bahreyn'deki 14 Şubat devriminden 11 yıl sonra ve Al-i Halife rejiminin otoriter ve baskıcı politikalarının yoğunlaşmasına rağmen, Bahreyn halkı hakları gerçekleşene kadar kıyamlarının ilkelerinden vazgeçmiyorlar. 

Görüntülenme: 1424 Tarih: 15 Şubat 2022 16:34
BAHREYN'DE BARIŞÇIL DEVRİM HAREKETİNİN DİNAMİKLERİ (ANALİZ)

1975'ten beri Bahreyn'i yöneten Al-i Halife rejimi, her zaman Al-i Suud'la birlikte en ciddi insan hakları ihlalcilerinden biri olarak anıldı ve bu iki rejimin ortak paydası, ülkelerindeki protestocuları şiddetle bastırmasıdır.

Bahreyn'de Şiilere yönelik sistematik baskı

Bahreyn'deki siyasi sistemin aşiret mantığına göre ve ayrıca gerçeklere ve istatistiklere dayanarak, Bahreyn toplumunun önemli bir bileşeni olan Şii vatandaşlar, Al-i Halife rejimi tarafından sistematik ayrımcılığa ve mahrumiyete maruz bırakılmıştır. Aslında Bahreyn'deki ayrımcılık durumu diğer ülkelerin tam tersidir. Tüm ülkelerde ayrımcılık ve dışlama politikaları ve uygulamaları genellikle azınlıklarla ilgili olarak uygulanmaktadır. Ancak Bahreyn'de ülke nüfusunun yüzde 75'inden fazlasının Şiilerden oluştuğu bir durumda Şiilere yönelik ayrımcılık yapılmaktadır.

Tabii ki Bahreyn'in diğer kesimleri de iyi durumda değildir ve hükümetin tek taraflı eylemlerine her zaman itiraz etmişlerdir. 1990'lardan bu yana işsizlik, özellikle Bahreynli gençler arasında protestoların başlıca nedeni oldu. Her ne kadar gerçek istatistikler bundan çok daha yüksek olsa da resmi istatistikler işsizlik oranını %15 olarak gösteriyor. Bahreyn'deki işsizlerin sayısı hakkında net istatistikler olmamasına rağmen, pek çok kişi, önümüzdeki on yılda, işgücü piyasasında reform yapmak için hiçbir siyasi adım atılmazsa, en büyük zorluğu gençlerin yaşayacağına inanıyor.

Al-i Halife zorbalığı; Bahreyn'de halk devriminin temellerini atmıştır

İşsizlikten kaynaklanan sorunlar Bahreynlilerin durumunu ciddi şekilde etkilemiştir. Bunların en önemlisi azalan istihdam ve düşük ücretlerdir. Ağırlıklı olarak Şii olan köylerde işsizlik, yoksulluk ve hatta sağlık sorunları gibi ekonomik ve sosyal sorunlar artmaktadır. Öyle ki bu yoksul köyler bir kenara itilmiş bir harabe haline gelmiştir ve bu köylerin sakinleri evlerini terk etmek zorunda kalmaktadır.

Şu anda, tüm hükümet pozisyonları Al-i Halife rejiminin elinde bulunuyor ve sıradan insanların hükümet işlerinde hiçbir rolü yok. Görevlerin Al-i Halife ailesinin elindeki tekeli nedeniyle ve ayrıca devlet düzeyinde yolsuzluğun yaygın olmasıyla birlikte Bahreyn halkı ayrımcılık ve yoksulluk gibi sorunlardan acı çekmektedir. Aynı zamanda hükümetin İslam şeriatından uzaklaşması ve diğer ülkelerdeki Sünni Araplara vatandaşlık vererek Bahreyn'in demografik yapısını değiştirmeye çalışması da halk arasında büyük bir memnuniyetsizliğe neden olmuştur.

Al-i Halife rejiminin otoriter politikaları kapsamında 2011 yılında Arap dünyasında yaşanan bir gelişme dalgası Bahreyn'e de ulaştı ve bu ülke halkı ülkede temel haklarının hayata geçirilmesi talebiyle barışçıl protestolar düzenledi. 14 Şubat 2011'de başlayan ve 14 Şubat Devrimi olarak bilinen bu protestolar, Bahreyn halkının birkaç temel talebini gündeme getirdi ve bunlardan en önemlileri şunlardı:

Ülkede siyasi değişiklik ve reformlar yapmak.

Siyasi aktivistlerin hapishaneden serbest bırakılması.

Sürgündeki siyasi aktivistlerin ülkeye dönmesi.

Yabancılara siyasi vatandaşlık verilmesinin durdurulması.

Elbette 14 Şubat'ın Bahreyn kıyamının başlangıç ​​noktası olarak kullanılması Bahreyn halkının daha önce protesto etmediği anlamına gelmiyor. Aksine, bu ülkenin olaylarla dolu tarihini inceleyerek, Bahreyn halkının 1820'den beri otoriter rejimlere karşı savaştığını göreceğiz. Elbette bahsedildiği gibi Bahreyn'deki bu halk ayaklanmaları, Al-i Halife rejiminin propagandasının ve halk protestolarını mezhepsel provokasyonlar çerçevesinde yansıtmayı amaçlamasının aksine, Şiiler ile sınırlı değildir ve hatta Sünniler bile mevcut rejimin otoriter ve müstekbir politikalarından bıkmış durumdadır. 

Bu bağlamda, Şubat 2011'de Bahreyn'deki gösteriler sırasında Şiiler ile birlikte birçok Sünni azınlık da Manama’daki “Lulu” (İnci) Meydanı'nda ellerinde Kuran-ı Kerim tutarak "Allah Ekber" ve "Al-i Halife'nin devrilme zamanı geldi" sloganları atmış ve ülkelerinde halkın oylarına dayalı bir hükümet kurulması çağrısında bulunmuşlardır.

 Bahreyn halkının bastırılmasında Suudi-Amerikan ekseninin rolü

Hem iç hem de dış politikada bağımsız karar verme yetkisine sahip olmayan, pratikte Amerika ve Arabistan olmak üzere Arap ve batı ülkelerinin Bahreyn’deki kuklası olarak sayılan Al-i Halife rejimi, kendisini halk ayaklanmasını yönetemeyecek durumda gördü ve bu nedenle halkı bastırmak için Suudi Arabistan ve BAE'den yardım istedi.

15 Mart 2011'de, o zamanki ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in Bahreyn'e varmasıyla eş zamanlı olarak, Arabistan birlikleri Bahreyn'i Arabistan'a bağlayan bir köprü üzerinden Bahreyn'e girerek bölgeyi fiilen işgal etti ve halkı bastırma sorumluluğunu üstlendi. Birkaç gün sonra BAE güçleri de onlara katıldı. Al-i Suud, Bahreyn devriminin Suudi Arabistan'da ve özellikle Şii topluluğu arasında yayılmasından endişe duyduğu için Bahreyn devriminin zaferini bir tehlike olarak gördü.

Nisan 2011'de ve halk protestoların ardından, kralın temsilcisi olan Bahreyn Veliaht Prensi ile Bahreyn'in ılımlı muhalefetini oluşturan protestoların liderleri arasında görüşmeler yapıldı ve halkın talep ettiği siyasi reformların yapılmasına karar verildi. Muhalefetin en önemli talebi ise önce Bahreyn Kral’ı Hamed’in amcası olan ve Kralın emriyle  40 yıl bu görevde kalan Başbakan Halife b. Selman Al-i Halife’nin görevden alınması ve yerine geçecek kişinin sandık yoluyla seçilmesiydi. (Bahreyn’in sabıkalı Başbakanı Halife b. Selman Al-i Halife, 50 yıl bu görevde kaldıktan sonra 11 Kasım 2020’de 85 yaşında bir Amerikan hastanesinde öldü.)

Hükümet daha sonra protestoları bastırmak için parlamento seçimleri düzenlemeyi kabul etti ve Bahreyn parlamentosunun kurulmasına izin verdi ve Bahreyn'de 2011'den bu yana parlamento seçimleri yapıldı. Ancak bu parlamento, emir altında olan ve tamamen planlanmış bir seçime sahip olan bir parlamentodur.

Bahreyn'de idam cezalarında yüzde 600 artış

14 Şubat 2011'deki halk protestolardan altı ay sonra, Bahreyn hükümeti muhaliflerinin güvenlik güçlerini gösteri ve protestolara katılanlara şiddet uygulamak ve tutuklulara kötü davranmakla suçlanmasının ardından Haziran ayında Şeyh Hamed b. İsa Al-i Halife’nin emriyle Bahreyn Bağımsız Soruşturma Komisyonu kuruldu.

Komisyonun raporunda, güvenlik güçlerinin protestoculara yönelik saldırısı, muhaliflerin, özellikle hükümet karşıtı Şii aktivistlerin geniş çapta tutuklanması ve gözaltı merkezlerindeki kötü muamele ve işkencenin yaygınlığını şiddetle eleştirildi.

Ancak şimdi, Bağımsız Soruşturma Komisyonu'nun raporunun üzerinden 11 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen Bahreyn hükümeti yükümlülüklerinin hiçbirini yerine getirmedi ve ülkedeki siyasi çatışmanın mağdurlarına tazminat ödemediği gibi, aksine, yıllar içinde baskıcı davranışlarını büyük ölçüde artırdı. Şiiler ve Sünniler de dâhil olmak üzere birçok siyasi, hukuki, mezhebi ve sivil aktivist vatandaşlıktan çıkarıldı, sınır dışı edildi, hapsedildi ve işkence gördü.

2011'den bu yana Bahreynli yetkililer yalnızca Şii siyasi derneklerini ve dini liderleri değil, aynı zamanda insan hakları aktivistlerini, gazetecileri ve İnternet kullanıcılarını da hedef alıyor ve toplu davaları arttırıyor, siyasi partileri dağıtıyor ve Bahreyn vatandaşlarına, özellikle Şiiler'e karşı geniş çaplı baskılar ve tutuklamalar yürütüyor.

Reprieve İnsan Hakları Örgütü ve Bahreyn Hukuk ve Demokrasi Enstitüsü (BIRD) tarafından yayınlanan ortak bir rapor, Bahreyn'deki idamların yüzde 600'den fazla arttığını ve 2011’de hükümet karşıtı eylemin başlamasından bu yana en az 51 kişinin ölüm cezasına çarptırıldığını gösteriyor.

Raporda, hükümetin insan hakları dosyasında reform yapma taahhüdünü ihlal ederek işkenceyi yaygın olarak kullandığına dikkat çekiliyor ve 2011'den bu yana idam edilen Bahreynlilerin yaklaşık %88'inin barışçıl protestolara katıldıkları için ölüm cezasına çarptırıldığı ve bunların hepsinin işkenceye maruz kaldığı belirtiliyor. Şu anda yaklaşık 26 kişi idamla karşı karşıyadır ve bunlardan 11 tanesi, Bahreynli yetkililer tarafından işkence gördüklerini söylüyor. Mahkeme belgelerine göre bu kişilerden işkence altında itiraf alınmıştır.

Bahreyn Halkının Kıyamı Devam Ediyor

Al-i Halife ile işgalci Siyonist rejim arasında Eylül 2020'de imzalanan normalleşme anlaşmasının ardından, Bahreyn'deki halk protestoları Bahreyn halkının İslami kimliğini ve Filistin davasına bağlılıklarını savunmayı amaçlayan yeni bir boyuta geçerek hükümetin zorbalığına karşı ulusal öfkeyi ikiye katladı ve bu, Al-i Halife rejimi için büyük bir tehlike sayılmaktadır.

Genel olarak Al-i Halife rejimi, bölgesel ve uluslararası güçlere olan bağımlılığını artırarak ve işgalcilerle uzlaşarak egemenliğini korumaya çalışsa da, tarihsel kanıtlar, ülke içindeki halk ayaklanmaları karşısında yabancı desteğin çeşitli ülkelerde demokratik olmayan yönetimi koruyamadığını gösteriyor. Bunun çağımızdaki örnekleri Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerde görülebilir. Amerika Birleşik Devletleri’nin bu ülkeleri yöneten rejimleri desteklemesine rağmen halk inkılapları onları devirmiştir.

Dolayısıyla Al-i Halife rejimi, müstekbir ve baskıcı politikasını sürdürerek bu ülkenin siyasi ufkunda parlak bir gelecek göremeyecektir ve dış tavizler ve ABD, Siyonist rejim ve Arabistan ile işbirliğinin genişletilmesi, bu ülkeyi halkın öfke dalgasından kurtaramayacağı gibi, aynı zamanda Al-i Halife'nin düşüşünü de hızlandıracaktır.

rasthaber

Yorumlar