İslami ülkelerin vahdet içinde olması ve yakınlaşması için birçok ortak nokta bulunmaktadır.
İslam ülkeleri arasında ortak olan din faktörüne ilaveten, bu ülkelerin birçoğunda ortak bir dil faktörü de bulunmaktadır. Bu ülkelerin çoğu aynı zamanda ortak bir siyasi ve sosyal kültüre de sahiptir ve İslam milletleri arasında istikrarlı bağlar ve ilişkiler de mevcuttur. Ancak soru şu ki, İslam ülkeleri neden ilişkilerinde en fazla ayrılık ve ihtilafları yaşayan ülkeler arasında yer alıyor?
Bu soruya yanıt olarak bazı iç ve dış nedenler ve faktörlere değinmek gerekir.
İç etkenler olarak, İslam ülkeleri içinde, ülke içi ve ülkeler arası ihtilafların nedeni kaynağına dönüşen bazı faktörler vardır. Örneğin, bazı İslam ülkelerinin demografik yapısı, hem iç gerilimlere hem de önemli durumlarda dış istismar ve yanlış anlamalara elverişlidir. Bu sorun Irak'ta, Bahreyn'de, Suudi Arabistan'da ve Türkiye'de görülmektedir. Ayrıca, bu ülkelerde büyük ölçüde otoriter olan ve insan hakları gibi konularda pek bir anlam ifade etmeyen süreçlerde gücünü sürdüren iktidarların varlığı , etnik ve dini azınlıkların durumunu zorlaştırmaktadır ve diğer ülkelerle bölgesel çekişmelerde bir ihtilaf ve ayrılık faktörü haline getirmektedir.
Dışarıdan bakıldığında, büyük güçlerin politikası, İslam ülkeleri arasındaki birlik ve yakınlaşmanın önündeki en önemli engeldir. İslam ülkeleri içinde var olan iç ihtilafların bir kısmı da zaten Batı'nın, özellikle de İngiltere'nin son yüzyıldaki sömürgeci politikalarının bir ürünüdür. Ayrıca büyük güçler, "böl ve yönet" politikası çerçevesinde gerilim yaratarak İslam ülkeleri arasında birlik ve yakınlaşmayı engellemeye çalışmaktadır. Şiiler ve Sünniler, Araplar ve Arap olmayanlar, Araplar ve Kürtler, Farslar ve Türkler veya Araplar ve Türklerin ihtilafları gibi konuların öne çıkarılması, Batılı güçlerin İslam ülkeleri arasında anlaşmazlık çıkarmak için kullandıkları yöntemler arasındadır. İslam ülkelerinin bazı yöneticileri de Batılı güçlerin tuzağına düşmüş ve bu politikalar doğrultusunda hareket etmektedirler.
Önemli olan diğer bir konu ise, Batılı güçlerin, İslam ülkeleri arasındaki bölünme yoluyla Batı Asya gibi stratejik bir bölgeye sızabilecekleri algısına sahip olmalarıdır. Bu güçler, İslam ülkeleri arasındaki birlik ve yakınlaşmanın İslami ülkelerin gücünü ve bölgesel ve hatta küresel düzeyde bağımsız rol oynamalarını güçlendireceğine inanmaktadır. Buna göre propagandaya girişerek ve ağır masraflar yaparak İslam ülkelerinin birliğini engellemeye çalışıyorlar. Hizbullah genel sekreteri Seyiyd Hasan Nasrullah, 35'inci İslami Vahdet Konferansı'nda yaptığı konuşmada, "Sünniler ve Şiiler yan yana savaştıklarında IŞİD'i yenebildiler. Düşmanlar ise bölgede birbirimizle savaşmamızı istiyor ki üzerimizde istedikleri sultayı kurabilsinler."
Bir diğer önemli konu da, İslam ülkeleri arasındaki birlik ve beraberliğin Siyonist rejimin çıkarlarına ve güvenliğine aykırı bir unsur olmasıdır. Batılı güçler, Siyonist rejimin güvenliğinin korunmasını en önemli ve temel öncelikleri olarak belirlemişlerdir ve İslam ülkelerinin birlik ve beraberliği bu konuyla çelişmektedir.
Bu faktörler dikkate alındığında, dış faktör olan Batılı güçlerin politikasının , İslam ülkelerinin birlik ve yakınlaşmasının önündeki en önemli engel olduğu söylenebilir. Necef-i Eşref Cuma namazı imamı Seyyid Sadreddin Kabancı, Tahran'daki 35'inci İslami Vahdet Konferansı'nın marjında İran haber ajanslarına verdiği özel bir röportajda, İslami birliğin önündeki engelleri vurguladı ve küresel tahakkümün şüphesiz birliğe karşı durduğunu söyledi.
parstoday