“Alim ve mücahit bir şahsiyete sahip olan Abbas Musavî, öğrendiği ilim ile amel ederek bu uğurda yorulmanın ne olduğunu bilmeyen bir profil çizdi. Fedakârlık ve isarı ile de yürümüş olduğu bu İlahi yolda kararlıca mücadele etti…”
Görüntülenme: 2037 Tarih: 16 Şubat 2021 13:12
Yakın tarihimizin İslami direniş önderlerinden ve Siyonistlere karşı verilen mücadelenin yapı taşlarından biri olan Şehit Abbas Musavî, 1952 yılında Nebi Şit şehrinde dünyaya gelir. Babası Musavî, Kerbela’da Hz. Hüseyin tarafından kuşatılan Yezid’in orduları ile savaşta büyük fedakârlık ve kahramanlıklar gösteren Abbas ibn-i Ali'nin (ra) yolunda gitmesini ümit ederek ona “Abbas” ismini koyar. Çocukluğu Lübnan’ın güneyinde bir caminin bitişiğinde olan bir evde geçer. 1967’deki Arapların İsrail’e yenildikleri savaş esnasında Abbas Musavî henüz 15 yaşındadır.
O genç yaşında olmasına rağmen birçok Arap gibi İsrail’in ‘artık yenilmez olduğu’ savına inanmayarak, Filistin’deki direniş güçlerine katılıp İşgalci Siyonistlere karşı savaşır. Siyonistler ile yaşanan bir çatışmada ayağından yaralandığından, Lübnan’a dönmek zorunda kalır. Tedavi gördüğü esnada anne ve babası onun ziyaretine gider ve babası kendisine: “Abbas! Bu yaşta bu belalara ve acılara nasıl dayanıyorsun?” diye sorunca, Abbas Musavî daha küçük yaşında olmasına rağmen ne kadar bilinçli ve mücadeleci bir ruha sahip olduğunu da anlamamıza yarayan şu cevabı verir: “Bu yol düşmanların karşısında zorluk çekmeyi ve direnmeyi bizden istiyor. Bu yol kendinden geçme ve şehadet yoludur” der.
Seyyid Abbas Musavî, kısa bir tedavi döneminden sonra iyileşip İmam Musa Sadr ile görüşür. Onun telkin ve tavsiyeleri ile İslami araştırmalara karşı Abbas Musavî’de özel bir ilgi ve azim doğar. Bu nedenle Sur şehrine giderek öğrenime başlar. Buradaki eğitimi kendisine yetersiz görünce, o dönemde Şia’nın ilim merkezi olan Irak’ın Necef şehrine gider. Pratik ve algısı yüksek bir zekâya sahip olduğundan normalde 15 yılda tamamlanabilen ilimleri o, beş yılda tamamlar. Bu esnada medrese ilimlerinin yanında İngilizce ve Fransızcayı da öğrenir. Maddi imkânsızlıklardan dolayı eğitim masraflarını karşılayamadığından, eğitimi boyunca onun ders ücretlerini İmam Musa Sadr tahsil eder. Seyyid Abbas Musavî, İmam Sadr ile çok yakın ilişkileri olduğundan dolayı hem kendisinden hem de fikirlerinden etkilenir ve bu doğrultuda kendini yetiştirir.
Abbas Musavî yaklaşık on yıl Necef’te kaldıktan sonra 1978’de ülkesindeki Aşura etkinliklerine katılmak için Lübnan’a gider. O Lübnan’da iken, onun Sadr ailesi ile olan yakın ilişkilerinden ayrıca fikir ve çalışmalarından rahatsız olan Irak’taki Baas Rejimi onu tutuklamak için evine baskın yapar. Ancak kendisi evde olmadığı için elleri boş dönerler. Bu baskından sonra hanımı Ümmü Yasir, Abbas Musavî’yi bu baskından haberdar eder. Bu durumdan sonra Seyyid Abbas Musavî, bir daha Irak’a dönmez, daha sonra çocuklarını Lübnan’a getirterek oaya yerleşir.
Kendisini sorumluluk sahibi hissedip İslam Ümmetinin de kurtuluşunun ancak imanlı ve bilinçli mümin bir nesil ile olabileceğini çok iyi bilen Abbas Musavî, Ba’lebek şehrinde “İmamu'l Muntazar” adında bir ilim merkezini (küçük bir evde) kurar. Burasını, Necef’e gitme imkânı olmayan talebeler için uygun bir hale getirir. 1978’de kurduğu bu eğitim merkezini bir yıl sonra artık küçük geldiğinden 1979 yılında İmam Ali Camii’nin yanında bulanan bir binaya taşır. Bu eğitim merkezinde birçok doktor, mühendis, asker, profesör ve İslam âlimi çıkmıştır. Hatta bugün tüm ümmetin gönlünde taht kuran ve İsrail’in yenilmezlik efsanesine 2006’daki 33 günlük savaşta son veren Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah da bu eğitim merkezinde yetişmiştir.
Abbas Musavî sadece eğitim vermekle yetinmeyerek, her şeyden mahrum köylere gidip halkın sorunlarıyla ilgilenerek elinden geldiği kadarıyla sorunlarını halletmek için çaba sarf eder. Ayrıca uğradığı yerlerde halka aziz İslam dinini anlatıp onlara “hayatın iman ve cihattan ibaret olduğunu” kavratmaya çalışır. Allah (cc) hiçbir kulun ihlâslı çalışmasını boşa çıkarmadığı gibi onun da bu çalışmalarını boşa çıkarmaz ve kısa bir dönemde o bölgede İşgalci Siyonistlere karşı savaşabilecek şahadet aşkıyla yanıp tutuşan yüzlerce insan ortaya çıkarır. Bugün Güney Lübnan’da özellikle de işgal topraklarına komşu sınır köylerinde Hizbullah kök salmışsa; şüphesiz ki bu o dönemde Abbas Musavî’nin yapmış olduğu çalışmalardan bağımsız değildir.
Abbas Musavî, Şeyh Ragıb’ın şahadetinden sonra, İşgalci Siyonistler ile savaşmak için Cebel-i Amil tarafına hareket edip ruhaniyet elbiselerini çıkararak askeri üniformayı giyer.
1982 yılında Güney Lübnan’ın, Siyonistler tarafından işgal edilmesiyle, “Gönüllü Mustaz’aflar” adında bir teşkilat kurar ve daha sonra bu teşkilatı “İslami Direniş” olarak adlandırır.
Abbas Musavî’nin, çocukluğundan ta şehit oluncaya kadar en önemli meselesi ve derdi Filistin meselesi olmuştur. Abbas Musavî şehit olduğunda Dr. Fethi Şikakî, onun için şöyle demişti:
“Abbas Musavî, Filistin ve Filistinli çocukların hüznü ve derdi için kıyam ve cihadı kendi uhdesine almıştı. Ben onu kendimden daha fazla Filistinli bilirdim.”
Ayetullah Seyyid Ali Hamanei de onun için şöyle demiştir:
“Alim ve mücahit bir şahsiyete sahip olan Abbas Musavî, öğrendiği ilim ile amel ederek bu uğurda yorulmanın ne olduğunu bilmeyen bir profil çizdi. Fedakârlık ve isarı ile de yürümüş olduğu bu İlahi yolda kararlıca mücadele etti…”
Ayetullah Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah ise şunları söylemiştir:
“Allah onun gönlüne imanı koydu. Tüm yaşamını İslam davası uğrunda harcadı, insanları örgütleyip harekete geçirerek inkılâp ve direniş ruhunu uyandırdı.”
Seyyid Hasan Nasrallah da onu anlatırken ederken şöyle demişti:
“O Kerbela için doğmuştu. Onun kalbi İmam Hüseyin diye atıyordu. Onun damarlarındaki kan inkılâp ruhu ile dolaşıyordu.”
rasthaber