ALİ HAYDAR YAZDI: NETANYAHU'DAN HİZBULLAH İTİRAFI

img
ALİ HAYDAR YAZDI: NETANYAHU'DAN HİZBULLAH İTİRAFI

Netanyahu, söylemini genişleterek şu denklemi açıkça ortaya koydu: “Hizbullah’a karşı zafer”in Lübnan ve Suriye ile barışın kapısını aralayacağını, “Hamas’a karşı zafer”in ise Arap ve İslam dünyasıyla barışa köprü olacağını savundu.

Al Akhbar sitesi yazarlarından Ali Haydar bu konuda şunları yazdı: Binyamin Netanyahu’nun Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşma, yalnızca askeri ya da diplomatik başarıların bir dökümü değildi; özünde Tel Aviv’in çıkarlarına göre bölgesel çevreyi yeniden şekillendirmeyi hedefleyen uzun vadeli bir İsrail vizyonunun stratejik bir sunumuydu. Konuşmanın en çarpıcı yönlerinden biri ise, direnişin hâlâ İsrail’in “barış” adı altında Lübnan’ı boyun eğdirmeye yönelik projesinin önündeki temel engel olduğunu açıkça kabul etmesiydi. Buradaki “barış”, Lübnan’ı iradesiz ve savunma gücünden yoksun bir sahaya dönüştürmeyi amaçlayan İsrail anlayışını yansıtıyor.

İsrail Hizbullah Karşısında Başarısız Oldu

Bu, son İsrail savaşının Hizbullah'ı iç denklemden silmede ya da onu, Lübnan’ın kimliğini ve bölgedeki konumunu hedef alan stratejik seçeneklerin dayatılabileceği ölçüde zayıflatmada başarısız olduğunun açık bir itirafı sayılır. Buna paralel olarak, Netanyahu, geleneksel caydırıcılık ve kontrol politikasının yerine, “ön alma, inisiyatif ve tahakküm” esaslarına dayanan yeni bir siyasal-güvenlik doktrini hâline gelen saldırgan seçenekleri teşvik etti.

Bu bağlamda, Netanyahu'nun Hizbullah’ın silahsızlandırılması yönündeki Lübnan hükümeti kararını övdüğü açıklaması, İsrail’in Lübnan’a yönelik hedeflerini daha geniş bir çerçevede okumaya imkân tanıyor. Bu açıklama, İsrail siyasetini önümüzdeki dönemde şekillendirecek olan beklentiler ağının çözümlenmesi için bir kapı aralıyor. İsrail’in, "barış" kavramını da yeniden tanımlayarak, onu bölgedeki gerçek bir istikrarın inşası değil, direniş yapılarını çözme aracı olarak kullanmaya yöneldiği bir stratejinin parçası olduğu anlaşılıyor.

Tel Aviv Lübnan'ı İç Savaşa Sürüklemek İstiyor

Netanyahu’nun bu kez Birleşmiş Milletler kürsüsünden, Lübnan hükümetinin Hizbullah’ı silahsızlandırma kararına yönelik övgüsü, Tel Aviv’in planlarında Lübnan’ın ne denli öncelikli bir yere sahip olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Bu yüzden Lübnan hükümetine doğrudan ve açık bir mesaj verdi: “Söylemden fazlasına ihtiyacımız var.” Bu sözlerle Hizbullah’a karşı somut adımlar atılması çağrısında bulundu. Bu vurgu, yalnızca İsrail’in alınan kararların hayata geçirilmemesinden duyduğu hayal kırıklığını değil, aynı zamanda Lübnan devletini yüksek bir siyasi ve güvenlik bedeli ödemeye zorlayarak, kırılgan Lübnan istikrarını sarsma arzusunu da ele veriyor. Tel Aviv, böylece ülkeyi bir iç savaşın eşiğine sürüklemeyi amaçlıyor.

Netanyahu Lübnan Hükümetini 2 Seçenekle Başbaşa Bıraktı 

Buna göre Netanyahu, Lübnan hükümetini iki seçenekle karşı karşıya bıraktı: Ya içeride atılacak adımlarla ülkeyi iç savaşa sürükleyecek bir patlamanın fitilini ateşlemek, ya da İsrail'in “öz savunma” adı altında sürdürdüğü saldırılarına katlanmak. Bu denklem, İsrail’in güvenlik anlayışında belirgin bir dönüşümü gözler önüne seriyor: Caydırıcılıktan engellemeye, kuşatmadan inisiyatifi ele almaya geçiş. Bu stratejinin doğrudan hedefi ise, İsrail usulü bir “ateşkes” dayatmak. Bu da pratikte, Lübnan’ın savunma kapasitesini elinden almak, direnişin yeniden yapılanmasını engellemek anlamına geliyor. Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım’ın ifadesiyle bu, “cihadi toparlanma” dönemini sabote etme çabasıdır.

Netanyahu, söylemini genişleterek şu denklemi açıkça ortaya koydu: “Hizbullah’a karşı zafer”in Lübnan ve Suriye ile barışın kapısını aralayacağını, “Hamas’a karşı zafer”in ise Arap ve İslam dünyasıyla barışa köprü olacağını savundu. Bu da nihayetinde İbrahim Anlaşmaları'nın genişletilmesine zemin hazırlayacaktı. Bu yaklaşım, İsrail’in çatışmayı sadece yerel gruplarla bir çekişme olarak görmediğini; aksine, çıkarları doğrultusunda Arap dünyasının doğu kısmını yeniden şekillendirmeyi hedefleyen bütüncül ve bölgesel bir proje olarak değerlendirdiğini ortaya koyuyor.

Netanyahu İran'ı da Etkisiz Hale Getirmek İstiyor

Netanyahu’nun kendisi bile, bu vizyonun gerçekleştirilmesinin yıllar alacağını itiraf ediyor. Ancak belirtiyor ki, İsrail’e savaş açan birçok kişi “yarın ortadan kaybolacak,” yerlerini ise kültürel, psikolojik ve siyasi olarak Amerikan-İsrail hegemonyasına teslim olmaya hazır liderler, partiler ve gruplar alacak — ki onlara “cesur barış mimarları” diyor. Bu vizyonun gerçekleşmesi ise, kaçınılmaz olarak İran’ın da etkisiz hale getirilmesini gerektiriyor.

Netanyahu’nun konuşması, bir boyutuyla, aynı ümmetin içinde süregelen çatışmada İsrail’in oynadığı rolü ortaya koyuyor; bu çatışma iki cephe arasında yaşanıyor: Birinci cephe bağımsızlık, özgürlük ve egemenlik talep ederken, ikinci cephe işgalci Siyonist rejime meşruiyet kazandırmaya ve Amerikan-İsrail hegemonyasına boyun eğmeye hazırlanıyor. Bu bölünmenin siyasi bir gerçeklik haline gelmesi, “Büyük İsrail”in yeniden inşasını amaçlıyor.

Hizbullah, İsrail İçin Stratejik Engel 

Ancak konuşmada, İsrail'in emelleri karşısında elde edilen sınırlı sonuçların kabulü de dahil olmak üzere bir dizi temel gerçek yer alıyordu: Tüm askeri ve diplomatik operasyonlara rağmen Hizbullah, İsrail'in aşamadığı stratejik bir engel olmaya devam ediyor.

- Devletleri içten parçalama projesi: “Barışı” direnişe karşı atılacak pratik adımlara bağlamak, karşılıklı güvenlik garantileri üzerinde müzakere etmek yerine, örtük bir iç savaş kışkırtısı anlamına gelir.

- Çatışma sahasını İran’ı da kapsayacak şekilde genişletmek: Direnişin farklı cephelerini İran’la tek bir söylemde birleştirmek, İsrail’in çatışmayı birbirine bağlı, tutarlı bir bütün olarak gördüğüne işaret etmektedir.

- İsrail Güvenliğinin Yeniden Tanımlanması: İsrail stratejisinde kavramsal anlamda köklü bir değişimi ifade eden bu geçiş, artık güvenliğin yalnızca caydırıcılıkla sınırlandırılmadığını, aksine önleyici ve inisiyatif alıcı bir hakimiyet kurma politikasına evrildiğini gösteriyor. Devletin korunması, tepki vermekle kalmayıp, önceden kontrolü elinde tutma arzusuna dönüştü.

- Barış Kavramının Tekelleştirilmesi Çabası: Netanyahu, denge ve karşılıklı tanımaya dayalı değil, parçalama ve kontrol esaslı bir “barış” anlayışını dayatmaya çalışıyor; bu tutum, uzlaşı yanlıları arasında bile kabul görmeyen bir barış modeli sunuyor.

Netanyahu’nun Konuşması İtiraf Niteliğindeydi

Özetle, Netanyahu’nun konuşması sadece bir siyasi açıklama değil; savaş sonrası dönemde İsrail’in düşünce yapısını ortaya koyan stratejik bir belgedir. Bu konuşma, İsrail’in askeri üstünlüğüne rağmen, direnişi bölgesel projelerinin önündeki en büyük engel olarak gördüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Netanyahu, İsrail’in askeri başarılarıyla övünürken bile bunu görmezden gelemedi.

Netanyahu’nun konuşmasının en önemli özeti şudur ki; bölgede güç dengesi henüz kesinleşmemiştir. Lübnan, Gazze ve Tahran’daki direniş sadece askeri güçler değil, aynı zamanda hegemonya projesini alt üst eden bölgesel caydırıcılık sistemleridir. Netanyahu’nun gergin ifadelerle ve en üst hedeflerle şekillenen konuşması, İsrail’in oyunun kurallarını yeniden yazmaya çalıştığını ortaya koysa da, direnişin yarattığı tarihsel dengeyi henüz kırabilmiş değildir. Bu yüzden, vaat edilen tüm “barışlar”, işgal ve hegemonya temeline dayanan çatışmanın kökleri çözülmediği sürece, sadece savaşçılar için kısa bir nefes molası olmaktan öteye geçmeyecektir.

Bu bakış açısıyla, Netanyahu’nun konuşması bir zafer ilanı olmaktan ziyade, İsrail’in nihai projesini henüz hayata geçiremediğine dair bir itiraf olarak ortaya çıkıyor. Çatışma hâlâ sürüyor. Bu itiraf, ne kadar sloganlarla süslenmiş olursa olsun, sahadaki gerçeklerin teorik tasarımlardan çok daha güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Bölge ise, stratejik inisiyatifin gerçekten kimde olduğunu belirleyecek uzun bir sınavın eşiğinde duruyor.

www.kudusgunu.com 



Makaleler

Döviz Kurları

Güncel

Hava Durumu

Link kopyalandı!