HAMANEY GAZZE ZAFERİNİ KUR'AN- I KERİM’E GÖRE DEĞERLENDİRDİ

İmam Hameney’in, khamenei.ir'de yayaınlanan, bu görüşmede yaptığı çok önemli konuşmanın tercümesini siz kıymetli takipçilerimizin istifadesine sunuyoruz.  

Bismillahirrahmanirrahim 

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selam, Efendimiz Hz. Muhammed’e, onun pak Ehl-i Beyt’ine, seçkin ashabına ve kıyamete kadar onları güzel bir şekilde takip edenlere olsun. 

Bu kıymetli ve anlamlı Kur’an Kerim meclisinde bir kez daha bulunma fırsatı verdiği için Yüce Allah’a şükrediyor ve büyük bir mutluluk duyuyorum. Huccetu’l İslam Seyyid Mehdi Hamuş beye ve Vakıflar ve Hayır İşleri Kurumu’na, bu yarışmaları düzenledikleri ve Allah’ın izniyle Kur’an-ı Kerim’in ülke genelinde çeşitli şekillerde yaygınlaşmasına katkı sundukları için teşekkür ediyorum. Ayrıca, Hazreti Ebu Abdullah Hüseyin’in (aleyhisselam) mübarek doğumunu tebrik ediyor, Yüce Allah’tan bizleri bu yüce şahsiyetin ve mübarek ailesinin takipçileri arasına katmasını niyaz ediyorum. 

Kur’an-ı Kerim hakkında, büyük âlimler binlerce hikmetli ve derin anlamlı sözler söylemiş, ancak yine de nice keşfedilmemiş incelikler hala bizleri beklemektedir. Kur’an üzerine ne söylersek söyleyelim, bu ilahi kitabın yüce faziletlerine ve değerine tam anlamıyla ulaşamayız. Bugün burada sadece tek bir noktaya değinmek istiyorum ve bu hususa halkımızın ve dinleyicilerimizin dikkat göstermesini bekliyorum. 

Bu önemli nokta şudur: Kur’an’a her yöneldiğimizde onun Peygamberimizin mucizesi olduğunu unutmamalıyız. Kur’an bir mucizedir; yani Yüce Allah, Kur’an vasıtasıyla Peygamber Efendimiz’in peygamberliğini ispatlamıştır. Bu, son derece mühim bir meseledir. Kur’an, ebedî bir mucizedir. Onu diğer peygamberlerin mucizelerinden ayıran en büyük fark ise, diğer peygamberlerin mucizelerinin sadece kendi dönemlerine has olmasıdır. Örneğin, Salih Peygamber’in devesini yalnızca o dönemin insanları gördü, Musa Peygamber’in asasıyla sergilediği mucizeleri sadece kendi zamanındaki insanlar bizzat müşahede etti. Daha sonraki nesiller bu olayları ancak anlatılanlardan öğrendi. 

Oysa Peygamberimizin mucizesi olan Kur’an-ı Kerim, tarihin akışı içinde ve gelecek binlerce yıl boyunca tüm insanlık tarafından doğrudan gözlemlenebilecek bir mucizedir. Bu, Kur’an’ın sürekliliği ve onun mucizevi yönünün devam etmesi anlamına gelir. İşte bu, insanlık âlemi ve tüm varlık âlemi için muazzam bir berekettir. 

Kur’an’ın Her Şeyi Mucizedir 

Kur’an’ın her yönü mucizedir; onun kelimeleri mucizedir, düzeni mucizedir, içerdiği kavramlar mucizedir. Kur’an’ın geçmiş ve gelecek hakkında verdiği haberler mucizedir. Evrenin yasalarını açıklama biçimi mucizedir. İnsan iç dünyasını anlatışı bile bir mucizedir. Kısacası, Kur’an’ın her şeyi mucizedir ve biz bu büyük mucizeden en iyi şekilde faydalanmalıyız. Eğer Kur’an’dan gereği gibi istifade edersek, insanlık huzura kavuşur ve tüm sorunlar çözüme ulaşır. 

Kur’an’ın insanlığa sunduğu dersler, uygulanabilir ve tecrübeyle doğrulanabilir derslerdir. Elbette, Kur’an’da sadece büyük âlimlerin, velilerin ve Allah’a yakın kulların kavrayabileceği derin hakikatler de vardır. Ancak burada üzerinde durduğumuz konu, Kur’an’ın zahiri anlamıdır; yani hepimizin anlayabileceği ayetlerdir. Nitekim Yüce Allah buyuruyor: “Andolsun ki Kur’an’ı öğüt için kolaylaştırdık; öyleyse düşünüp ibret alan yok mu?” (Kamer, 17). Bu ayetler, tüm insanlığın faydalanabileceği ilahi mesajlardır. Kur’an’a bu gözle bakmalıyız. 

Bu konuyu daha iyi kavrayabilmek için bir örnek vermek istiyorum. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor: “Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talak, 3). Yani, eğer Allah’a dayanır ve O’na güvenirsiniz, O sizin için yeterlidir ve herhangi bir başka sebebe ya da aracıya ihtiyacınız kalmaz. Bu, son derece önemli ve genel geçer bir ilkedir. Ancak bu ilkenin gerçekleşebilmesi için derinlemesine düşünmek gerekir. “Tevekkül ettiğimizde başka bir sebebe ihtiyaç duymayacağız” ne anlama geliyor? Bu ilke hangi şartlar altında ve nasıl kesin bir gerçeklik haline gelir? 

Bu sorunun cevabını yine Kur’an’dan öğrenmeliyiz. Kur’an, tevekkülün gerçekleşmesi için iki temel şarttan bahseder: Biri zihinsel, diğeri ise pratik ve gerçekçi bir şarttır. Eğer bu iki şart yerine getirilirse, o zaman “Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter” ilkesi tam anlamıyla hayat bulur ve kişi başka hiçbir sebebe muhtaç olmaz. 

Tevekkülün Zihinsel Şartı 

Bu şart, Allah’ın vaadine kesin bir güven beslemektir. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Söz bakımından Allah’tan daha doğru kim vardır?” (Nisa, 87). Allah’ın vaatlerinin mutlak doğru ve kesin olduğuna inanmak, tevekkülün zihinsel zeminini oluşturur. Eğer bu inanç tam anlamıyla yerleşmemişse, tevekkül de gerçekleşmez. 

Bu yüzden Kur’an, Allah hakkında kötü zan besleyenleri sert bir dille eleştirir: “Allah hakkında kötü zan besleyenler, uğursuz bir akıbete uğrayacaklardır. Allah onlara gazap etmiş, onları lanetlemiş ve cehennemi onlar için hazırlamıştır. Ne kötü bir sondur!” (Fetih, 6). 

O halde Allah’ın vaatlerine şüpheyle yaklaşmamak gerekir. Örneğin, Allah “Kim Allah’ın dinine yardım ederse, Allah da ona kesinlikle yardım eder” (Hac, 40) buyuruyorsa, buna tam bir güvenle inanmalıyız. İşte tevekkülün zihinsel şartı budur. 

Allah’ın İzniyle Mümkün Olan İmkânsızlar 

Burada not aldığım bir cümleyi eklemek istiyorum: Zihinsel şart bağlamında, Allah’ın izniyle imkânsız olan şeylerin mümkün hale gelebileceğine dair kesin bir inanca sahip olmalıyız. Bize imkânsız gibi görünen şeylerin gerçekleşebileceğini bilmeliyiz. Dünyamızda ve hayatımızda birçok şey imkânsız gibi görünür; örneğin, ölü bir insanın dirilmesi, doğal olarak imkânsız kabul edilir. Ancak Allah’ın izniyle, O dilediğinde bu imkânsız gerçekleşir ve bir hakikat haline gelir. 

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de hem Hz. İsa’nın ağzından hem de bizzat Allah’ın beyanıyla bu gerçek aktarılmıştır: 

“Ben çamurdan kuş biçiminde bir şey yapar, ona üflerim; o da Allah’ın izniyle canlanıp kuş olur.” (Âl-i İmran, 49). 

Bu, insan aklına göre imkânsız değil midir? Ama Allah’ın izniyle bu imkânsız gerçekleşmiştir. Aynı şekilde Kur’an şöyle buyurur: 

“Doğuştan kör olanı ve alacalıyı iyileştiririm, ölüleri Allah’ın izniyle diriltirim.” (Âl-i İmran, 49). 

Burada “doğuştan kör” ifadesi özellikle vurgulanmıştır, çünkü böyle birinin görmesi tıbben ve aklen imkânsız kabul edilir. Ancak Allah’ın izniyle bu mümkün olmuştur. 

Gazze'nin Zaferi

İşte biz de inanmalıyız ki, Allah’ın izniyle tüm imkânsızlıklar ortadan kalkabilir ve akla hayale sığmayan şeyler gerçekleşebilir. Kur’an’da bu ilkeye başka bir örnek daha verilmiştir: 

“Nice az topluluk, Allah’ın izniyle, sayıca çok olan topluluklara galip gelmiştir.” (Bakara, 249). 

Az sayıda insan, Allah’ın izniyle kalabalık ordulara galip gelebilir. 

Yine bir başka ayette şöyle buyuruluyor: 

“Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar.” (Bakara, 251). 

Burada Talut’un küçük ordusunun, güçlü ve büyük bir düşman karşısında galip gelmesi anlatılıyor. 

Bu ilkeyi günümüze uyarlarsak şunu söyleyebiliriz: Allah’ın izniyle, Gazze, İsrail rejimi ve ABD’nin karşısında zafer kazanacaktır. Eğer birisi yıllar önce size, küçücük Gazze’nin dünyanın en büyük askeri gücü olan ABD ve İsrail ile savaşa gireceğini ve galip geleceğini söyleseydi, inanır mıydınız? Büyük ihtimalle inanmazdınız, çünkü bu akla göre imkânsız görünürdü. Ancak Allah’ın izniyle, bu da mümkündür. 

İşte bu zihinsel şartı içselleştirmeliyiz: Allah’ın iradesiyle ve izniyle, dünyada imkânsız görünen her şey mümkün hale gelebilir. 

Başarı İçin Gerekli Olan Pratik Şartlar 

Pratik şart ise şudur: Allah Teâlâ, bir olayın gerçekleşmesi için bazı adımları insanın kendisine bırakmıştır. Yani biz sadece evimizde oturup “Nice az topluluk, Allah’ın izniyle, sayıca çok olan topluluklara galip gelmiştir” (Bakara, 249) diyerek sonucu bekleyemeyiz. Eyleme geçmek de bizim sorumluluğumuzdadır. 

Nitekim Hz. İsa’nın kıssasında da bu prensip açıkça görülür. Hz. İsa, çamurdan bir kuş şekillendirip ona üflemese, o kuş canlanmazdı. Allah’ın izniyle mucize gerçekleşmiştir, ancak önce Hz. İsa’nın üzerine düşeni yapması gerekmiştir. Aynı durum Hz. Musa için de geçerlidir. Eğer Hz. Musa asasını yere atmasaydı, o asanın yılana dönüşmesi mucizesi gerçekleşmezdi: 

“Elindeki nedir ey Musa?” 

Musa dedi ki: “O benim asamdır; ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve başka işlerde de kullanırım.” 

Allah buyurdu: “Onu yere at, ey Musa!” 

Bunun üzerine Musa asasını attı ve bir de ne görsün, asa hızla hareket eden bir yılana dönüşmüştü!” (Tâhâ, 17-20). 

Buradaki önemli nokta şudur: Allah’ın mucizesinin gerçekleşmesi için Hz. Musa’nın asasını yere atması gerekiyordu. Yani olayın bir bölümü insana bırakılmıştır. Eğer insan üzerine düşeni yaparsa, Allah’ın vaadi gerçekleşir. 

Kur’an bu gerçeği şöyle ifade eder: 

“Eğer sizden yirmi sabırlı kişi olursa, iki yüz kişiye galip gelir.” (Enfâl, 65). 

Bu ayet, İslam’ın ilk yıllarında Müslümanlara verilen bir görevdir: Sayınız az da olsa, eğer sabırlı ve dirençli olursanız, düşmandan üstün gelirsiniz. 

İmkânsız Gibi Görünen Sorunların Çözümü 

Bugün biz İran milleti, İslam ümmeti ve tüm insanlık olarak büyük sorunlarla karşı karşıyayız. Bazı sorunlar öylesine büyük görünüyor ki, çözülemez sanılıyor. Oysa çözüm Kur’an’ın bize gösterdiği yoldadır: 

“Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talâk, 3). 

Bu iki şartı yerine getirirsek, Allah’ın yardımı bizimle olur: 

1. Öncelikle kesin bir inanca sahip olmalıyız. Eğer mücadele edersek, Allah’ın bize yardım edeceğine güvenmeliyiz. 

2. İkinci olarak, harekete geçmeliyiz. 

Nitekim Allah, Hz. Musa’nın kavmine şöyle buyurmuştur: 

“O şehre girin! Eğer girerseniz, kesinlikle galip geleceksiniz.” (Mâide, 23). 

Ancak onlar korkuya kapılıp girmediler ve zafer de elde edemediler. 

Sonuç olarak, eğer üzerimize düşeni yaparsak, Allah’ın yardımı bizimle olacak ve vaat edilen sonuca ulaşacağız. 

İran Halkının Direnişi ve Başarısı 

Bugün biz istikbara (zorbalık ve sömürgeciliğe) karşı mücadele veriyoruz. Ancak bu mücadele yalnızca İran halkına özgü değil. İran halkını diğer milletlerden ayıran fark, cesaretidir. İran halkı, açıkça “Amerika saldırgandır, yalancıdır, sahtekârdır, emperyalisttir ve ‘Kahrolsun Amerika!’” diyebilmektedir. 

Oysa birçok halk da Amerika’nın yalancı, sömürücü ve saldırgan olduğunu biliyor, onun hiçbir insani değere bağlı olmadığını hissediyor. Ancak bunları dile getirmeye cesaret edemiyorlar, ona karşı duramıyorlar. Eğer insan üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmezse, doğal olarak sonuca da ulaşamaz. Hakkını savunmak, sabırlı olmak, mücadele etmek ve çaba göstermek gerekir ki başarı elde edilsin. 

İran’ın 40 Yıllık Mücadelesi ve Gelişimi 

İran halkı, son kırk yılı aşkın süredir sabır ve direnişle yoluna devam etti. Dünyadaki tüm emperyalist güçler İran’a karşı birleşti, ona karşı planlar yaptı, saldırılar düzenledi. Ancak İran halkı, bu süreçte yalnızca ayakta kalmakla kalmadı, aynı zamanda ilerledi, gelişti ve güçlendi. Bugünün İran’ı, kırk yıl önceki İran değildir. 

Her alanda büyüdük, ilerledik. Bazıları manevi gelişim yaşanmadığını iddia edebilir. Oysa manevi ilerleme konusunda da örneklerimiz var. Günümüz çocukları, Kur’an okurken insana büyük bir keyif veriyor. Hafızlık yapıyor, Kur’an’ı güzel bir şekilde tilavet ediyorlar. 

Ben gençliğimde, Meşhed’de Kur’an’la ilgilenirdim, Kur’an toplantılarımız olurdu. Ancak o dönemde, Meşhed’de güzel ve tecvidli Kur’an okuyabilenlerin sayısı on kişiyi bile bulmazdı. Bugün ise binlerce genç, güçlü bir şekilde tecvid kurallarına uygun Kur’an okumakta, binlercesi hafızlık yapmaktadır. 

Maddi gelişim açısından da büyük adımlar attık. Gençlerimiz çeşitli alanlarda önemli işler başardı. Bu ilerleme devam edecek ve İran halkı, Allah’a tevekkül ederek inşallah hedeflediği en yüksek noktaya ulaşacaktır. 

Vesselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuh. 

www.kudusgunu.com

İSLAM ÜLKELERİ, 03 Şubat 2025 12:05