ARAFAT HANGİ HATAYI YAPTI?
BATI YAKA , 15 Kasım 2021 12:50
8 Aralık 1987 tarihinde patlak veren intifada karşısında İsrail işgal rejiminin sıkışmasından kaynaklanan siyasi havadan ve şartlardan yararlanan Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) bir parlamentosu gibi görev yapan Filistin Ulusal Konseyi'nin 12-15 Kasım 1988 tarihlerinde Cezayir'de yaptığı toplantının bitiminde yani 15 Kasım 1988 tarihinde Cezayir'de bir "sürgünde devlet" ilan edildi. Üstelik bu olay dünya kamuoyuna "büyük bir atak" olarak yansıtılmaya çalışıldı.
Her şeyden önce bu "sürgünde devlet" ilanıyla birlikte yayınlanan memorandum FKÖ'nün kendi kendisiyle çelişkiye düşmesi anlamına geliyordu. Memorandum ilanıyla görünüşte Filistin'in bağımsızlığı resmen ilan edilmiş ve sürgünde bir devlet kurulmuştu. Ama bu ilan İsrail'i tanıma ve Filistin topraklarının bölünmezliği ilkesinden taviz yolunda atılmış bir adımdı. Çünkü bir "adı var kendi yok devlet" hatırına BM'nin Filistin topraklarını bölen ve gasıp İsrail'in varlığını resmileştiren 181, 242 ve 338 sayılı kararları kabulleniliyordu. Bu kararların kabullenilmesi ise FKÖ'nün anayasası niteliği taşıyan tüzüğünün en önemli maddelerinin askıya alınması anlamına geliyordu.
Gerçekte ise memorandum pratikte hiçbir anlam taşımıyordu. Çünkü ortada fiili olarak bir devlet yoktu. Böyle bir devletin kurulabileceğine dair herhangi bir emare de yoktu. Ama yine de birtakım temel ilkeler rafa kaldırılmış ve bir "taviz dönemi" başlatılmış oluyordu. Rafa kaldırılan temel ilkeler ise şunlardı:
1.Filistin topraklarının bütünlüğü, hiçbir parçasından taviz verilemeyeceği.
2.BM'nin Filistin topraklarını bölen kararlarının geçersizliği.
3.İsrail'in gayri meşru bir işgal ve gasp devleti olduğu, dolayısıyla hiçbir şekilde meşru bir devlet olarak tanınamayacağı.
4.Siyonist işgalin buradaki varlığının kuvvete dayandığı dolayısıyla bu işgale son vermenin tek yolunun da kuvvet olduğu.
Bunlar, daha önce İslami hareketin de FKÖ'nün de üzerinde ittifak ettiği ilkelerdi. Ama Cezayir'de ilan edilen memorandumla FKÖ bunlardan taviz verince İslami hareketle arasındaki mesafe bir hayli açılmış oldu. Özellikle Filistin topraklarının bağımsızlığı mücadelesinde ve işgale karşı direnişte İslami hareketle FKÖ arasındaki en derin ihtilaf da burada başlamış oldu. Daha önceki ihtilaf ise daha çok davanın inanç boyutuyla alakalıydı.
İsrail, FKÖ'nün 15 Kasım 1988 tarihli "sözde devlet" ilanının pratiğe yansımasına imkan sağlayacak herhangi bir gelişmeye fırsat vermediyse de bu ilandan pek rahatsız da olmadı. Çünkü bu ilanla birlikte, FKÖ'nün o zamana kadar reddettiği doğrudan görüşmelere yanaşma niyeti taşıdığı anlaşılıyordu. İntifada karşısında zor duruma düşen, özellikle de İslami hareketin Filistin halkının geniş çaplı bir destek kazanmasının kendi geleceği açısından ciddi bir tehdit oluşturacağını düşünen İsrail açısından FKÖ'nün böyle bir niyet taşıması bir umut ışığı anlamına geliyordu.
Bununla birlikte İsrail bir süre "bekle gör" politikası izlemeyi tercih etti. Ama intifada bütün hızıyla sürüyor ve İslami Direniş Hareketi'ne (Hamas) yönelen halk desteği her geçen gün daha da artıyordu. Üstelik intifadada en çok adı duyulan hareket Hamas olduğundan İslam aleminde bu harekete karşı sıcak bir ilgi duyulmaya başlanmıştı. Öte yandan Filistin direnişinin Hamas'la bütünleşmesi ve FKÖ adının arka plana itilmesi de FKÖ liderlerini ciddi şekilde rahatsız ediyordu. Memorandum olayı da bir rüzgar gibi esip geçmişti. Filistin meselesinde inisiyatifi elde tutmak için yeterli olmamıştı. İşte bu durum İsrail ile FKÖ'yü birbirine yaklaştırdı.
Bunun neticesinde Madrid Süreci adı verilen bir görüşmeler süreci başlatıldı. Sonra Oslo İlkeler Anlaşması ile çerçevesi çizilen bir "özerk yönetim" oluşturulması aşamasına geçildi. Ama aradan geçen 33 yıl içinde imzalanan anlaşmalar "bağımsızlık" ve "devlet" idealinin gerçekleşmesini sağlayamadığı gibi siyonist işgalin bir kara bulut olarak Filistin toprakları üzerindeki varlığını sürdürmesine son verme yönünde de bir şey kazandırmadı.
Filistin Enformasyon Merkezi
BATI YAKA , 15 Kasım 2021 12:50
Yorumlar (0)