GAZETECİ ALİ FAVAZ HİZBULLAH'IN GAZZE'YE VERDİĞİ DESTEĞİ DEĞERLENDİRDİ

"Seyyid Hasan Nasrullah ve Hizbullah lider kadrosunun Kudüs yolunda şehit düşmesi, Sünni-Şii fitnesinin gücünü azaltmış ya da en azından bu fitnenin etkisini zayıflatmış olabilir. Oysa ABD ve İsrail, bölgeyi zayıflatmak amacıyla bu tür bir mezhepsel bölünme stratejisi üzerinde yoğun şekilde çalışıyordu." 

Görüntülenme: 86 Tarih: 25 Aralık 2024 15:22
GAZETECİ ALİ FAVAZ HİZBULLAH'IN GAZZE'YE VERDİĞİ DESTEĞİ DEĞERLENDİRDİ

Gazeteci Ali Favaz’ın el-Meyadin televizyonunun internet sitesinde yer bulan makalesi, Hizbullah’ın Gazze’ye verdiği desteğin gerekliliği ve bu desteğin yaratabileceği farklı sonuçları çok yönlü bir şekilde analiz ediyor. Favaz, Hizbullah’ın bu stratejik kararının bir zorunluluk olduğu ve geri çekilme durumunda örgütün yalnızca askeri değil, siyasi ve manevi açıdan da kayıplar yaşayabileceğine işaret ediyor.

Hizbullah'ın Gazze’ye desteğinin boyutunu ve doğasını değerlendirmesi için yeterli zaman tanınmadan, Lübnan cephesi savaşa dahil oldu. 7 Ekim 2023 operasyonunun ertesi günü, Hizbullah, Kassam Tugayları Komutanı Muhammed Dayf ve diğer Hamas liderlerinin çağrısına hızlıca yanıt vererek harekete geçti.

Lübnan direnişi, savaşın ilk aşamasında savaşı sınır hattında tutmaya çalıştı. İki temel hedef güdüyordu: İşgalci güçlerin Gazze’yi yalnız bırakmasını engellemek ve Lübnan’ı savaşın sonuçlarından mümkün olduğunca uzak tutmak.

Bu durum, özellikle dışarıdan bakanlar için karmaşık ve zorlu bir tablo ortaya koyuyordu. Durumu daha da karmaşık hale getiren unsurlardan biri, Hizbullah ve diğer direniş cephelerinin bu operasyondan haberdar edilmemiş veya bu konuda görüşlerinin alınmamış olmasıydı. Operasyonu planlayanlar, bunun bir Tufan olmasını istiyorlardı. Daha sonra Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah ve İran Devrim Lideri, bulundukları konumların sağladığı otoriteyle, operasyondan haberdar olmadıklarını kabul ettiler.

Sosyal medyada, şehit olduktan sonra direniş liderlerinden İbrahim Akil’e ait bir video yoğun şekilde paylaşıldı. Akil, videoda şunları söylüyordu: "Hizbullah, dini yükümlülüğünü yerine getirdi. Zaman geri alınsa bile aynı şeyi yaparız, zira şer'i görev bunu gerektiriyor. İsrail’in Gazze’de on binlerce insanı katlettiğini görüp seyirci kalamayız."

Siyasi değerlendirmelerden bağımsız olarak, Aksa Tufanı operasyonundan bu yana Lübnan ve bölgedeki direniş liderlerinin açıklamaları, Gazze’ye verilen desteğin insani, ahlaki ve dini değerlere dayandığını ortaya koyuyor. Fakat bu kararın Lübnan ve Hizbullah üzerinde ağır sonuçları ve maliyetleri oldu. Peki, bu durumdan kaçınmak mümkün müydü?

Bu sorunun ilk kısmı önceki makalede ele alınmıştı. İkinci kısım ise burada, bu desteğin maliyetine odaklanıyor. En başından beri Hizbullah’ın destek operasyonuna katılımını eleştiren görüşler, parti içinde ve halk arasında dile getirildi. Bu eleştiriler, aylar boyunca destek operasyonunu hedef alan yönlendirilmiş ve finanse edilmiş propagandalarla güçlendirildi.

Önceki makalede belirtildiği üzere Hizbullah’ın desteği, İsrail’in Lübnan’a yönelik muhtemel önleyici savaşını engellemeyecekti. Zira tarihi bir anda yoğunlaşan bir dizi faktör, böyle bir savaş ihtimalini artırıyordu. Tek fark, Hizbullah’ın Lübnan içindeki söyleminde meşruiyet kazanma ihtimali olabilirdi. Bu durumda Hizbullah, Gazze yerine Lübnan’ı savunma amacıyla İsrail saldırısına karşı koyan bir pozisyonda olabilirdi. Ancak bu da kesin değildi. İsrail, daha önce bahsedilen çeşitli senaryolara başvurarak, Lübnan’a karşı savaşını "meşru" gösterebilirdi. Bu senaryoların amacı, savaşın sorumluluğunu Lübnan içinde Hizbullah’a yüklemekti.

Ancak pek çok kişinin aksine, Hizbullah’ın Gazze’ye destek vermemesi durumunda ortaya çıkacak maliyetlerin, şu anki maliyetlerden daha ağır olacağı düşünülebilir. Bu durumu daha iyi anlamak için alternatif senaryolar üzerinde durulabilir.

İlk sonuç

Hizbullah Gazze’ye destek vermemiş olsaydı, Seyyid Hasan Nasrullah, Filistinlilerin gözünde "şehitlik" yerine "ölümle" anılır hale gelebilirdi. Bu mecazın anlamını tam olarak kavramak için, Hizbullah’ın Lübnan cephesini açtığı ilk haftalarda karşılaştığı tepkilere ve daha sonra Suriye rejiminin çöküşüyle oluşan koşullara geri dönmek gerekiyor.

Hayali bir senaryoya değil, yaşanmış olaylara dayanarak bu durumu değerlendirmek mümkün. Tufan operasyonunun başlamasından saatler sonra, Kassam Tugayları Komutanı Muhammed Dayf, bölgedeki direniş cephesine şu çağrıyı yaptı: "Ey Lübnan, Suriye, Irak ve İran’daki direnişçi kardeşlerimiz! Bugün cephelerin birleşeceği gündür."

Hizbullah bu çağrıya kayıtsız kalmadı ve görevini yerine getirdi. Fakat bu durum, özellikle İslam dünyasının bazı çevrelerinde ve sosyal medyada çeşitli saldırılardan kurtulmasını sağlamadı. İsrail istihbarat teşkilatı ve Birim 8200 tarafından yönetilen gerçek ve sahte hesaplar üzerinden Hizbullah’ın rolünü küçümsemeye yönelik kampanyalar yürütüldü. Bu bağlamda, “sütunlar savaşı” olarak adlandırılan propaganda faaliyetleri dikkat çekiciydi. Özellikle Seyyid Hasan Nasrullah’ın, Tufan başladıktan haftalar sonra yaptığı ilk konuşması, farklı çevrelerden eleştiri topladı.

Eğer Hizbullah, çeşitli gerekçelerle Gazze’ye desteğini sadece Şebaa Çiftlikleri ve Kefr Şuba tepeleriyle sınırlasaydı, bölgesel ve uluslararası düzeyde nasıl bir tablo oluşurdu? Psikolojik, İslami ve Filistin direnişinin moral motivasyonu açısından yaşanacak sonuçları tahayyül etmek zor değil. Özellikle, Suriye rejiminin çöküşüyle değişen dinamikler ışığında, Hizbullah’ın pasif bir tavır almasının, direniş cephesinde yaratacağı etkiler daha dramatik olabilirdi.

İkinci sonuç

Hizbullah’ın Gazze’ye destek vermekten kaçındığı bir senaryoda, Filistin halkı, Gazze ve İslam dünyası nezdinde "ihanet" söylemleri üzerinden oluşturulacak yoğun bir propaganda süreci, örgütün itibarını derinden sarsabilirdi. Bu süreç, yakın tarihte Suriye'deki olayların hatırlanmasıyla birleşerek, Sünni-Şii ayrılığını körükleyecek büyük bir fitnenin temellerini atabilirdi. Bu durum, Hamas ile Hizbullah arasındaki halk tabanında onarılamaz bir çatlağa yol açabilirdi.

Hizbullah’ın Kudüs yolunda verdiği büyük fedakarlıklara rağmen propaganda mekanizması, özellikle destek vermeme kararı durumunda, çok daha uygun koşullarda ve rahat bir şekilde işlemeye devam ederdi. Ancak bu geri çekilme, Lübnan’ı İsrail saldırısından koruyabilir miydi?

Bu sorunun yanıtı muhtemelen hayırdır. Aksine, Hizbullah’ın Gazze’yi desteklememesi, İsrail için örgüte karşı bir savaşı başlatmak açısından daha avantajlı koşullar yaratabilirdi. Bu durum, sadece askeri olarak değil, aynı zamanda medya, siyasi ve psikolojik açıdan da Hizbullah’ı zayıflatacak bir ortam sağlayabilirdi. Bu zayıflama hem Lübnan halkı hem de bölgesel İslami ve Arap çevrelerde etkili olabilirdi.

Eğer Gazze'nin tamamlanmasından sonra Hizbullah'a saldırmak için önceden planlanmış bir İsrail ve Amerikan planı varsa, bir önceki makalenin hipotezine göre, ulusal ve pan-Arap boyutundan sıyrıldıktan ve İslami olarak tecrit edildikten sonra etkili İslami kesimlerin ondan uzaklaşmasıyla daha tehlikeli hale gelir ve daha sonra iki yolla boyun eğdirilmesinin ve zayıflatılmasının yolunu açar: Sempati yerine kınama ve destek yerine kınama eşliğinde bir İsrail savaşı ve mezhepsel çekişmelerle körüklenen bir IŞİD savaşı.

Üçüncü sonuç

Tarihsel ve ahlaki bakış açılarından değerlendirildiğinde, Hizbullah’ın Gazze’ye destek vermemesi durumunda bir İsrail savaşıyla karşı karşıya kalması ile en seçkin liderlerini ve gençlerini Kudüs yolunda şehit vermesi arasında ciddi bir fark bulunuyor. Bu fark, yalnızca ahlaki bir duruş değil, aynı zamanda bölge halklarının ve dünya vicdanının hafızasına kazınacak derin bir devrimci miras yarattı.

Bunun ötesinde, "erişilmezler" mücadelesi ve diğer destek operasyonları sırasında elde edilen bir dizi başarı, Hizbullah’ın bu kararlılığı sayesinde mümkün oldu. Fakat bu başarılar, İsrail’in direnişe yönelik benzeri görülmemiş istihbarat sızmaları ve saldırıları nedeniyle medyada yeterince görünür olamadı.

Dördüncü sonuç

Hizbullah’ın Gazze’ye destek vermemesi durumunda, profesyonelce yürütülen propaganda kampanyaları, Arap ve İslam kamuoyunun büyük bir kısmını Hamas liderlerinin çağrılarını unutturmaya yönlendirebilirdi. Eski Hamas Siyasi Büro Başkanı şehit İsmail Heniye’nin şu sözleri bile gölgede kalabilirdi:

"Her Müslüman’ı, tüm hür insanları bu mücadelede durmaya, yapabileceği her şeyi yapmaya çağırıyorum. Bu bekleme ya da sadece kalpten destek verme zamanı değil; artık harekete geçme zamanıdır."

Bu tür bir propagandanın etkisiyle, hedef alınan kesimler sadece şunu hatırlayabilirdi: "Hizbullah, Gazze’yi yalnız bıraktı."

Oysa Kassam Tugayları Komutanı Muhammed Dayf'ın bölge halklarına yönelik şu çağrısı, aynı ölçüde unutulabilirdi:

"Ürdün, Lübnan, Mısır, Cezayir, Mağrip ülkeleri, Pakistan, Malezya, Endonezya ve tüm Arap-İslam dünyası! Bugün, şimdi, yarını beklemeden Kudüs’e doğru harekete geçin."

Beşinci sonuç

Seyyid Hasan Nasrullah ve Hizbullah lider kadrosunun Kudüs yolunda şehit düşmesi, Sünni-Şii fitnesinin gücünü azaltmış ya da en azından bu fitnenin etkisini zayıflatmış olabilir. Oysa ABD ve İsrail, bölgeyi zayıflatmak amacıyla bu tür bir mezhepsel bölünme stratejisi üzerinde yoğun şekilde çalışıyordu.

Hizbullah’ın geri çekilmesi durumunda İsrail, Arap dünyasında stratejik bir zafer elde edebilirdi. Bu zafer, bölgesel parçalanma ve ayrışma dalgasına yol açarak, Gazze’nin yalnız bırakılmasının ardından kalan direniş kalelerini teker teker hedef almayı kolaylaştırabilirdi.

Kudüs yolunda gösterilen onur, fedakârlık ve cesaret modeli, yerini bencillik, kayıtsızlık ve mezhepçilik modeline bırakabilir, bu da Hizbullah’a yönelik eleştirilerin önünü kesemez; bilakis hem iç hem de dış düşmanlar, örgüte saldırmak ve gelecekteki İsrail saldırılarından Hizbullah’ı sorumlu tutmak için birçok gerekçe bulabilirdi.

Çeviri: YDH

Yorumlar