“Gitsin denizin dibini sıvazlasın.” Bu deyim düşmanın vereceği tepkiyi önemsemeyen kişinin kullandığı bir deyimdir. “Elinden geleni ardına koymasın” manasına gelir. Ancak, kullanımının etkisi, söyleyenin ve olayın bağlamına göre değişir. Örneğin Hizbullah Genel Sekreteri’nin bu deyimi ve düşman İsrail Savaş Bakanı’nın tehditlerine cevap olarak söylemesi farklı bir etki yaratır. İsrail’in de Lübnan direnişinin de ne olduğunu herkes biliyor. Fakat buradaki esas soru zamanlama ile alakalıdır. Son Mecdu operasyonundan bu yana, düşmanın bu eylemden kimin sorumlu olduğu konusunda konuşurken kekelediği görülüyor. İsrail medyasında sızdırılan bilgilere göre bu operasyonda Hizbullah'ın parmağı olduğu açık bir şekilde konuşuluyorken, ordu, emniyet teşkilatı ve hükümet, operasyondan iki gün sonra yapılan muğlak açıklamayla yetiniyor. Ayrıca İsrailli yetkililere veya ilgili kurumlara atfedilen her konuşmada, düşmanın “en tehlikeli olay” diye ifade ettiği Mecdu operasyonundan bahsedilirken, şart manasına gelen “eğer” ibaresinin kullanıldığı dikkat çekiyor. Bu “eğer” kelimesi bir sözcük oyunu değil, işgalci yönetimin karşı karşıya olduğu bir krizi ifade etmektedir. Bölgede herkes İsrail zayıflamış veya bir krizin içine düşmüş olsa bile kendisine yapılan herhangi bir saldırıya muhakkak karşılık vereceğine inanır. Yine bölgede herkes, İsrail’in özellikle Lübnan’a yönelik herhangi bir saldırısının karşılıksız kalmayacağını da bilir. Bu nedenle Seyyid Hasan Nasrallah, İsrail Savaş Bakanı’nın tehditlerine cevaben, “Lübnan’a veya herhangi bir Lübnanlıya, Filistinliye veya etnik kökeni her ne olursa olsun Lübnan’da ikamet eden herhangi birine karşı herhangi bir askeri veya güvenlik eylemi gerçekleştirirseniz, direniş hızla yanıt verecektir” demişti. Pratikte Mecdu operasyonundan bu yana düşman İsrail, benzeri görülmemiş bir olayla karşı karşıyaymış gibi hareket etti. Bu sadece operasyonun farklı olması ve kullanılan cihazın işgal altındaki Filistin’deki direnişçiler tarafından kullanılmaya alışık olunmamasıyla ilgili değil. Düşman için hikayenin enteresan tarafı, bu operasyonu gerçekleştiren kişinin olağandışı bir bağlamda eylemi gerçekleştirmesiyle ilgilidir. Düşmanı sadece operasyon hakkında toplanabilecek tüm detayları aramaya değil, aynı zamanda yeni bağlam hakkında veri ve tahminler toplamaya da iten şey işte budur. Tam da bu minvalde düşmanın kafasını karıştıran bir yığın soru işaretleri beliriyor: Operasyonun arkasında gerçekten Hizbullah mı var? Direniş savaşçısının böyle bir eylemde bulunmasına Hizbullah mı karar verdi? Eylemciyi bu operasyona hazırlayan, başarılı olması için onu eğiten, yetiştiren ve gerekli teçhizatı yapan Hizbullah mıdır acaba? Bu operasyonun plan ve programını oluşturan ve bu planın son ana kadar uygulanmasında yardımcı olan Hizbullah mı? Bunu Hizbullah yaptıysa neden yaptı? Hizbullah Filistinli müttefiklerine daha fazla operasyonel destek göstermek için mi bu eylemi yapmaya karar verdi, yoksa bu Nasrallah’ın Lübnan üzerindeki baskılara yanıt olarak yapmakla tehdit ettiği şey midir? Bu soruları yanıtlamanın amacı, daha karmaşık varsayımsal sorulara erken yanıtlara ulaşmaktır. Örneğin, Hizbullah İsrail’i savaşa çekmeye çalışırsa ne olur? Ya da Hizbullah, İsrail’in savaşabilecek durumda olmadığını bildiği için çatışmayı tırmandırmaya karar verirse ne olur? Hizbullah’ın bu kararı, daha geniş bir kararın parçası olup direniş eksenindeki diğer cepheleri ve güçleri de kapsar mı? Aynı şekilde düşmanın kafasını güvenlik ve operasyonel boyutları olan üçüncü bir soru grubu daha meşgul ediyor: Şöyle ki, operasyondan Hizbullah sorumluysa bundan ne çıkarılması gerekir? Sınırda alınan tüm önlemlerin işe yaramadığı anlamı mı çıkıyor? Yoksa Hizbullah istediği zaman ve istediği gibi karşıya geçmeye hazır olduğunu bilmemizi mi istiyor? Acaba Hizbullah, destek veya uygulamada faaliyetlerine yardımcı olmak için işgal altındaki Filistin'de hücreler mi oluşturuyor? Ya Hizbullah’ın birçok casusu, uygulanmaya hazır, adrese teslim plan ve hedefleri varsa o zaman ne olacak? Operasyonun hedefine ulaşmadığı doğru mu? Yani operasyonun hedefinde bir otobüs mü vardı, yoksa baştan beri hedefin sadece bu büyüklükte olması gerektiğine mi karar verildi? İşgalci düşman, operasyonla ilgili doğrudan veya medya aracılığıyla duyurduklarıyla yetinmedi. Buna dair detaylara ulaşmak için Lübnan direnişini açıklama ve yorum yapmaya çekmeye çalışıyor. Hatta Beyrut'taki direnişe mesajlar iletmek için kasıtlı olarak diplomatik kanalları kullandı. Düşman bir yandan da tehditler savuruyor, operasyonda Hizbullah’ın parmağı ortaya çıkarsa sert bir yanıt vereceğini ima ediyor. Hizbullah’ın düşmana iki gün önce Hasan Nasrallah’ın sözleriyle verdiği cevaba ek olarak Tel Aviv’deki yetkililere daha net bir cevap ulaştırıldı. O da “Filistin’deki direnişin yanında olmaktan çekinmiyoruz ve ona desteğimizi sürdüreceğiz. Düşman, askeri veya özel güvenlik çalışmaları yoluyla herhangi bir sivil, askeri veya güvenlik hedefine veya herhangi bir tesise karşı hareket etmeyi düşünürse, hızlı ve sert bir yanıt beklemelidir!” şeklindeki cevaptı. Açıktan veya medya aracılığıyla verilen bu gibi cevaplar, düşman için bir meydan okuma mesabesindedir. Bu, aynı zamanda bugün, işgal gücü yetkilileri ve güvenlik görevlilerinin masasındaki ilk başlık ve siyasi düzeyde özel takibi de içeren bir konudur. İsrail işgal rejimindeki iç olaylar ve Benjamin Netanyahu hükümeti ile sarsılan dış ilişkiler, düşman medyasına özel bir ajanda dayatıyor. Ancak yetkili makamlar, düşman hükümetten kaynaklanan siyasi bir soruya operasyonel bir yanıt vermekle ilgileniyormuş gibi hareket ediyor. Hizbullah’a yanıt vermeli miyiz; yanıt vereceksek nerede, ne zaman ve nasıl? Bu sırada, düşmanın attığı her adımda son derece dikkatli olması gerektiğine dair tahminler, görüşler ve sızıntılar gözlemlenebilir. Günlük duyduğumuz tehditlerin yanı sıra güney sınırı boyunca direnişin hareketlendiğine ilişkin günlük sızıntılar da duyuyoruz. Düşman, direnişin güney sınırları boyunca yürütüldüğünü ve Hizbullah’ın binlerce savaşçıyı konuşlandırdığını, yüzlerce Filistinli savaşçıyı sınır bölgelerine getirdiğini ve düşmanın deyimiyle Hizbullah’ın düşmana ait teknik, askeri ve istihkam kuvvetlerine yönelik her gün gerçekleşen provokasyonlara öncülük ettiğini söylüyor. Sınırda İsrail buldozeriyle mayın patlamasının ardından Hizbullah’ın ne yaptığının sorulmasından, düşmanın yaralı askerlerin kalıntılarını toplayamaması, askerlerden birinin tek pabuçla hastaneye nakledilmesi kadar... Tüm bu sızıntılar düşmanın gündemini meşgul ediyor ve cevaplanması gereken sorular olarak masada duruyor. Siyasi krizin etkisine gelince, Netanyahu’nun neler yapabileceği konusundaki tartışma henüz sonuçlanmış görünmüyor. Şu açık ki, Netanyahu bir yandan krizin derinleşmesini istemiyor. Ofisi, krizin ordunun gücüne ve caydırıcılığına yansıması konusunda kendisine yorumlar, veriler ve uyarıları topluyor. Ancak birçok insanın düşündüğü gibi tereddüt veya paniğe kapılmış gibi de görünmüyor. Düşman ordusunun eski genelkurmay başkanı Gadi Eisenkot’un söylediği bir söz var: “Kuzey’deki durum stratejik bir dönüşüm geçirdi; 17 yıl süren caydırıcılık kırıldı. 2006 Lübnan Savaşı’ndan beri karşılaştığımız en tehlikeli olaylarla karşı karşıyayız. Yanıt vermemek bir zayıflık mesajıdır.”
Kudüs Haber Ajansı - KHA | kudushaber.com.tr
Görüntülenme: 830 Tarih: 01 Nisan 2023 13:40