SAMUEL M. HİCKEY ARAP-İSRAİL HAVA SAVUNMA KOALİSYONUNU DEĞERLENDİRDİ (ANALİZ)

Samuel M. Hickey’in nationalinterest.org adlı sitede kaleme aldığı “İsrail-Arap Hava Savunma Koalisyonu Orta Doğu’ya Zarar Verebilir” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

Görüntülenme: 1107 Tarih: 23 Temmuz 2022 15:10
SAMUEL M. HİCKEY ARAP-İSRAİL HAVA SAVUNMA KOALİSYONUNU DEĞERLENDİRDİ (ANALİZ)

Başkan Joe Biden’ın bu haftaki Orta Doğu ziyaretine hazırlık çerçevesinde Mısır’ın Şarm eş-Şeyh kentinde Bahreyn, Mısır, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan ve BAE ile İsrail’den askeri yetkililerin katıldığı gizli bir toplantı düzenlendi.

Toplantıda bir İsrail-Arap hava savunma koalisyonu ihtimali ele alındı. İsraillilerin Orta Doğu Savunma İttifakı (MEAD) adını verdikleri plana göre, İran füzeleri ile bölgeye yönelik –balistik ve seyir füzeler ile dronlardan oluşan– hava savunma tehditleri hakkında enformasyon paylaşımı yapılacak ve bu tehditlerin önceden tespiti için azami görsel kapsama sağlanacaktı.

Bununla birlikte hava savunma entegrasyonu sadece kanayan bir yarayı daha büyük bir bantla sarmaktır ve en kötü ihtimalle İran ile düşmanlarının yaralı bölgeyi tedavi etmek için yeni bir diyaloğa girmesiyle sonuçlanabilir. Suudi Arabistan ile BAE tansiyonu düşürmek için İran ile ikili angajmana girdi, ancak bu görüşmeleri destekleyecek ve ideal olarak bölgesel bir diyaloğa ilham verecek tamamlayıcı bir diplomatik inisiyatif olmaksızın bir füze savunma koalisyonu çatışma ihtimalini artırabilir. Eğer Washington aynı anda iki işi birden yapamazsa ABD dış politikasının merkezi diplomasiden yoksun olmakla kalmayacak, Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın eski Başkan Donald Trump’ı uyardığı gibi, bu plan sadece Şii karşıtı koalisyon olarak algılanacaktır. Blinken’ın o zaman yazdığı gibi, “Orta Doğu güvenlik ittifakı adı altında gizlenen Şii karşıtı bir koalisyon, mezhep yangınına sadece benzin taşıyacak ve daha az değil daha çok terör üretecektir. Washington bu çatışmada taraf olmak yerine onu beslemeyi durdurmaları için Riyad ve Tahran’a baskı yapmalıdır.”

İran nükleer anlaşması olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı yeniden canlandırma girişimiyle İran’ın nükleer silah edinemediğinden emin olmak için onunla angajmana girerken Bahreyn, Mısır, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan ve BAE ile İran’ın diplomatik angajmana girmek ve bölge güvenliği için daha fazla sorumluluk almak için zorladığı ikili bir yol eksiktir. Krizleri yönetmek ve oluşmasını engellemek için askerler arası ilişkilere eşlik edecek diplomatik bir yol da olmalıdır. Füze Savunma İşbirliği Yeni Değil Körfez İşbirliği Konseyi’nin altı ülkesi olan Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ile BAE arasında bir hava ve füze savunma yapısı oluşturmak için otuz yıldır ABD önderliğinde yürütülen çalışmalar aynı eski zorluk yüzünden filizlenememiştir: güven eksikliği. Hiçbir ülke Birleşik Devletler’in ikili güvenlik garantisine rağmen işbirliğine hevesli değildir ve işbirliği çerçevesi yaratmak için gösterilen önceki çabaların hiçbirisinde İsrail’i dâhil etme girişiminde bulunulmamıştır. Bu durum daha ziyade Orta Doğu politikasını güvence altına almayla ilgili bilindik şablona uymaktadır. Güvenlik alanlarında işbirliği geliştirerek elde edilecek bir şeyler olsa da hava savunmalarını senkronize ederek alınacak marjinal fayda hastalığın köküne inecek bir diplomatik süreçle desteklenmediği sürece küçük olacaktır. Clinton yönetiminin Savunma İşbirliği İnisiyatifi şemsiyesi altında başlayan Hizm et-Taaun inisiyatifi füze savunma veri paylaşımına doğru atılan bir adım olmak üzere KİK ülkelerinin topladığı hava savunma verilerini entegre etmeye çalıştı. Ancak KİK ülkeleri hava enformasyonlarını paylaşmak istemediği için bu inisiyatif büyük oranda başarısız oldu. Bush yönetimi de başlattığı Körfez Güvenlik Diyaloğu aracılığıyla askeri işbirlikteliği destekleyerek KİK ülkelerini ABD’den füze savunma sistemleri satın almaya teşvik etti. Obama yönetimi de 2011’de ABD-KİK Stratejik İşbirliği Forumunu teklif etti ve Körfez’deki siyasi, güvenlikle ilgili ve ekonomik meseleleri ele almak için 2012 yılında çok taraflı bir foruma önderlik etti. Savunma Bakanı Chuck Hagel de 2013 yılındaki Manama Diyaloğu’nda KİK füze savunma çerçevesi oluşturup bir blok olarak KİK’e silah satışı yapmak için ABD-KİK savunma bakanları düzeyinde bir girişim başlattı. Bu çabalar Trump yönetimi dönemimde devam etti. Trump yönetimi NATO’nun güvenlik ittifakını Orta Doğu’ya doğru genişletmeyi ve KİK ülkelerine Ürdün ve Msır’ın da katılımıyla ayrı bir Orta Doğu Stratejik İttifakı (MESA) kurmayı araştırdı. Ancak MESA sadece İran karşısında ABD ve Suudi çıkarlarına hizmet edecek bir yapı olarak algılandı. Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE İran ile çatışmanın yollarını ararken bölgedeki diğer devletler (Mısır, Ürdün, Kuveyt, Umman ve Katar) İran karşıtı bir güvenlik çerçevesine katılmaya isteksizdi. Mısır Riyad’ın öncülüğünü kabul etmedi; zira inisiyatif İran ile gerilimi artırma ve bölgesel güvenlik yapısını çökertme riski taşıyordu. Koalisyonun bir Şii karşıtı koalisyon olarak algılanma riski varsa mezhep çatışmalarını daha da besleyebilir ve bölgede geniş çaplı destek bulamazdı. Ortak Füze Savunma Bölgesinin Zorlukları İran ve vekillerinin balistik füze, seyir füzesi ve dron tehditlerinin Körfez ülkelerinden Suudi Arabistan ile BAE’yi ve ayrıca küresel enerji pazarlarını tehdit ettiğine şüphe yoktur. Birleşik Devletler’in Yemen özel temsilcisi Timothy Lenderking, Husi milislerin sadece 2021 yılında Suudi Arabistan’a yönelik yaklaşık 375 sınır ötesi saldırı gerçekleştirdiğini açıkladı. Daha da ötesi Rusya’nın Ukrayna işgali sürdükçe Körfez’deki petrol ve doğalgaz tesislerine yönelik saldırılar dünyanın her köşesinde devasa insani krizlere yol açabilir. Ek olarak, Rusya’nın bir terör aygıtı olarak sivil hedeflere füze saldırılarına giderek daha fazla başvurması düşmanlıklarla karşılaşan devletlerin kendi füze programlarını geliştirmeleri için korkutucu bir örnek teşkil etmektedir. Füze ve dron tehditlerinin ciddi bir meydan okuma olduğu açıktır, ancak bölgesel bir hava/füze savunma koalisyonu en iyi ihtimalle güvenlik krizini diplomatik yolla çözmek için geçici bir tedbirdir ve birkaç cephede yetersizdir. İlk cephe, maliyet oranıdır. Saldırgan füzeleri durdurma kaydı güçlü görünse bile saldırı-savunma yarışında İran öndedir. Suudi Kraliyet Hava Savunma Kuvvetleri bir hedef için iki Patriot füzesi ateşlerken – her birinin maliyetinin 3 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor – gelen füze ve dronların maliyeti 20 bin dolar olup bu miktar bin dolara kadar düşmektedir. Suudiler bu hıza ayak uydurmak için her ülke için geçerli bir seçenek olmayan paraya başvurmakta ve bir saldırının milyonlarca dolarlık hasar verebileceği kilit noktalardan başkasını savunmamaktadır. Daha da ötesi durdurucu füze stoklarını yenilemek önemli gecikmelerle karşılaşmaktadır; zira Riyad’ın büyük insan hakları ihlalleri yüksek fiyatlı satışlar için onayına başvurulması gereken Kongre’nin öfkesini kışkırtmaktadır. İkinci cephe, doygunluktur. Hava savunma alanının kapsamında küçük iyileştirmeler arzu edilebilir; ancak İran kilit hedef bölgeleri füzelere boğup savunma sistemlerini alt edecek kapasiteyi elinde tutmayı sürdüreceği için bu, oyunu değiştirme gücüne sahip değildir. ABD istihbarat topluluğu İran’ın aynı anda yetmiş füze fırlatabileceğini düşünmektedir ve fırlatma rampalarını hareket ettirme kabiliyeti izlemeyi ve karşı saldırıyı karmaşık hale getirmektedir. Daha da ötesi İran’ın yaylım stratejisi bu ülkenin silah stokunu büyüteceğini ve kendisine karşı bir araya gelmiş savunmaları yenmek için daha sofistike karşı önlemler alacağını düşündürmektedir. Önerilen anlaşma bölgesel hava ve füze savunmalarını bir dereceye kadar daha etkili yapsa ve biraz caydırıcılık katsa da mevcut stratejik hesaplarda çok az değişiklik yapacaktır. Bu plan en iyi ihtimalle bölgenin güvenliği için kısmi bir müzakere sahası yaratabilir. İsrail-İran Gölge Savaşına Katılmak Diplomasiye bir alternatif olarak hava/füze savunmanın yaşayabilirliği sorgulandığında İran ile İsrail arasındaki mevcut çatışmanın içine sürüklenmek Arap devletlerinin çıkarlarının tersine olacaktır. İran ve vekillerinin başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerine saldırıları savaş halinin unsurlarını taşısa da Körfez ülkeleri daha önce sık sık yaptıkları gibi İran’ı daha fazla kışkırtmamak için dikkatli olacaktır. Tahran’da üst düzey suikastlar gerçekleştirildikçe ve İsrail vatandaşlarına Türkiye’de bulundukları süre içinde yerlerinden ayrılmamaları söylendikçe İsrail ile İran arasındaki gölge savaşı gün ışığına çıkmaktadır. Ancak Birleşik Devletler olmadan Tahran ile askeri anlamda karşı karşıya gelmek Körfez ülkelerinin masasında duran bir seçenek değildir. Hem Riyad hem de Abu Dabi, İran ile bir savaştan kaçınmak için diplomatik manevralar yapmıştır. Suudi petrol tesislerini hedef alan ve küresel petrol tedarikinin yüzde beşini kesintiye uğratan saldırının ardından bile Riyad İran’ı doğrudan suçlamaktan imtina etmiş ve tansiyonu düşürmede Kuveyt kilit bir arabulucu olmuştur. Daha da ötesi Körfez ülkeleri İran ile askeri bir karşılaşmadan ziyade gerilimi azaltmaktan yana olup bunun için çalıştılar. Umman 2011 yılında şu anki Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile İran arasında arka planda yapılan müzakerelere aracılık etti ve bu da İran ile simgesel nükleer anlaşmanın yolunu açtı. Katar emiri 2019 yılında Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani suikastının ardından Birleşik Devletler’in tansiyonun düşürülmesi ricası üzerine Tahran’a gitti. Arap Körfez ülkelerinin arkalarında Birleşik Devletler’in desteği olmadan İran ile bir çatışmaya yanaşmadığı açıktır. İran ile savaştan kaçınmak Arap ülkelerinin çıkarınadır ve savunma işbirliği kurmak bu hedefe ulaşmak için kullanışlı bir araç olabilir. Bununla birlikte kutudaki tek alet bu değildir ve gerçekte istenilenin aksine zararlı sonuçlar verebilir. Birleşik Devletler, hava savunmasını güçlendirmek gibi sadece askeri önlemlere güvenmemeli, bölgesel güvenlik mimarisi yolunda İran ile BAE ve İran ile Suudi Arabistan arasında müzakereleri benimseyip desteklemelidir. Suudi Arabistan artık Yemen’de ateşkesin kendi güvenliği açısından füze savunma sistemlerinden çok daha fazlasını yaptığını görmüştür. ABD’nin Orta Doğu’ya müdahalesinin dayanak noktası diplomatik angajmanı öne koymak olmalıdır.

Kudüs Haber Ajansı - KHA | kudushaber.com.tr

Yorumlar