MÜCAHİT GÜLTEKİN YAZDI: KUDÜS, RAMAZAN VE DİRENİŞ

 

Görüntülenme: 1020 Tarih: 22 Nisan 2022 04:49
MÜCAHİT GÜLTEKİN YAZDI: KUDÜS, RAMAZAN VE DİRENİŞ

Ramazan ayının girmesiyle birlikte hemen her yıl olduğu gibi İsrail’in Filistinlilere, Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’ya yönelik baskı, tutuklama ve cinayetlerinde bir artış olduğunu görüyoruz. Daha Ramazan’ın ilk sahuruna kalkacağımız gece Siyonist işgal rejimi 3 genci şehid etti.

Kamuoyunda İsrail’in Ramazan ayında saldırılarının arttığı doğru olsa da İsrail zulmü Filistin topraklarında 7 gün 24 saat 12 ay devam eden bir olgu. Örneğin İsrail sadece 2022’nin Ocak ayında 54’ü çocuk, 6’sı kadın 504 Filistinliyi tutukladı. 2022’nin Mart ayında ise 64’ü çocuk, 7’si kadın toplam 470 Filistinliyi tutukladı. Filistin Tutuklu ve Eski Tutuklular Komisyonu’nun 2021 yılının Haziran ayında yayınladığı bir rapora göre 1967’den 2021’e kadar toplam 1 milyon Filistinli tutuklanmış. Bu, günde ortalama 50 Filistinlinin tutuklandığı anlamına geliyor. Yine aynı rapor, 1967’den 2021’e kadar İsrail hapishanelerinde 226 kişinin öldüğünü ortaya koyuyor. Bu da yılda ortalama 4 kişinin İsrail zindanlarında can verdiğini gösteriyor. Rapor, tutuklanan herkesin fiziksel ya da psikolojik işkence gördüğünü belirtiyor. Bu konuda örnekler çoğaltılabilir, demek istediğim, İsrail zulmü “sistematik” bir şekilde devam ediyor. Siyonist işgalcilere yer açmak için yapılan ev yıkımları ve işgalciler için yapılan yeni yerleşim yerleri ise ayrı bir bahis ancak sadece şu rakamları vermekle yetinelim: Yayınlanan raporlar, 2021 yılında yıkılan ev sayısının 2016’dan bu yana en yüksek oranına ulaştığını gösteriyor. İsrail, son 5 yılda Filistinlilere sadece 33 inşaat ruhsatı verirken, Batı Şeria’nın %60’ında Yahudi yerleşimlere 16 bin 500’den fazla inşaat ruhsatı verdi.

RAMAZAN'DA NELER YAŞANDI?

Yukarıda söylediğim gibi, İsrail bu Ramazan ayında da Filistin topraklarında sistematik terör, şiddet ve katliamlarına devam etti. Çok kısaca da olsa hatırlayalım; Kudüs’te yaşayan Filistinliler Ramazan ayında toplandıkları Şam Kapısı civarında ilk günlerden itibaren işgal rejimi güçlerinin baskılarına, tutuklamalarına ve şiddetine maruz kaldı. Euro-Med insan hakları gözlemcisine göre İsrail, bu yılın başından itibaren toplam 47 Filistinliyi katletti. Ramazan’ın başlangıcından bu yana ise 18 Filistinli İsrail kurşunlarıyla şehid oldu. Ancak 10 Nisan günü Batı Şeria’nın Husan kasabasından 47 yaşındaki 6 çocuk annesi Gâde Sabitin’in İsrail askerleri tarafından vurulması büyük bir infial meydana getirdi. Sabitin’in bir gözü hiç görmüyor, diğer gözü ise çok az görüyordu. Sabitin’in vurulma anı sosyal medyada binlerce kez paylaşıldı. İsrail şiddeti giderek tırmanırken, 15 Nisan günü Fısıh (Hamursuz) bayramı sebebiyle Mescid-i Aksa’ya baskın düzenleyeceği haberleri zaten Filistin direnişinin liderleri tarafından dile getiriliyordu. Bu sebeple 14 Nisan’ı 15 Nisan’a bağlayan gece pek çok Filistinli Mescid-i Aksa’yı korumak için Kudüs’e geldi ve Mescid’e girdiler. Şafağın ilk ışıklarıyla birlikte işgal güçleri Mescid-i Aksa’ya saldırdı. Siyonist rejim yaklaşık 200 kişiyi tutukladı, İsrail askerlerinin sıktığı gerçek ve plastik mermiler sonucu 450 kişi ise yaralandı. Çatışmalar gün boyu devam etti.

MESCİD-İ AKSA BASKININI KİMLER GÖRDÜ?

Tabii ki, İsrail terörü uluslararası medyada doğru dürüst haber olmadı. Beklemiyorduk da zaten. Ukrayna için dünyayı ayağa kaldıran ABD ve müttefiklerinin Filistin’deki katliamlara göz yumması bizim için şaşılacak bir şey değil. Açıkça söylemek gerekirse, Batı’nın “ikiyüzlü” tutumundan bahsedip durmanın da çok bir anlamı yok. Filistinlilerin katliamı, göçe zorlanması ve mülksüzleştirilmesi üzerine bir “İsrail devleti”ni kuran ve onaylayan onlar değil mi? Dolayısıyla Batılı devletler kendi içinde “tutarlı” davranmakta ve kendisinden bekleneni yerine getirmektedir.

İsrail’in bu Ramazan Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılarını artırması, hatta Fısıh bayramı sebebiyle Mescid’de kurban keserek Aksa’nın Yahudileştirilmesi yolunda önemli bir adım atmaya cesaret etmesi kuşkusuz İslam ülkelerinin ardı ardına uygulamaya koydukları normalleşme adımlarının verdiği rahatlıkla alakalıdır. Kendisiyle “yakın ilişkiler kurma” eğiliminde olan siyasi liderlerinin tepkisizliğini (ya da kınamaktan öteye gitmeyen tepkilerini) yedeğine alan İsrail, mübarek Ramazan günlerinde yukarıda zikrettiğimiz tecavüzlerini gerçekleştirmektedir.

Merhum Cahit Zarifoğlu’nun söylediği gibi, Kudüs her mü’min kulun önünde duran bir sınav kâğıdı. Sorulardan bir soru değil Kudüs; kaderimizi belirleyecek çeşitli sorulardan oluşan bir büyük imtihan. Filistin direnişi genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle bu sınavı bihakkın veriyor. Hepimizin kutsallarını onlar koruyor; çocuklarını ve gençlerini kurban verme pahasına… Özellikle Mescid-i Aksa’nın kadın ve erkek murabıtları, canlarından geçerek Mescid-i Aksa’yı Siyonist saldırganlıklardan korumaya çalışıyor. Gerçekten de her Müslüman’ın sorması gereken bir soru: Mescid-i Aksa’yı korumak sadece Filistinlilerin görevi mi?
Onlara borcumuz her geçen gün birikiyor.

NİÇİN DİRENİŞTEN RAHATSIZLAR?

İsrail’le normalleşenler aynı zamanda direnişten de rahatsız. Direnenler dünyevileşenleri rahatsız ediyor. Çünkü direnişin varlığı; Gazze’nin onca yokluğa ve yoksulluğa rağmen diz çökmek şöyle dursun İsrail’i vurabiliyor olması; İsrail’e şartlarını dayatabiliyor olması herkesin aklına şu soruyu düşürüyor: Gazze bunu yapabiliyorsa hangi ülkenin ne mazereti kalır ki?

Kalmaz, hiç kimsenin hiçbir mazereti kalmaz. Ne diyebilirsiniz ki? Hangi ülkenin durumu Gazze’den daha zor olabilir ki? Hangi ülke Gazze kadar acı yaşamıştır ki? Hangi ülke Gazze kadar nefessiz kalmış, Gazze kadar ilaçsız kalmış, Gazze kadar ışıksız kalmıştır ki? Hangi ülkenin üzerinden Gazze’ninki kadar savaş uçağı geçmiş, hangi ülkenin hastanesine, okuluna, caddesine Gazze kadar füze düşmüştür?
Gerçekten de, ne diyebilir, ne söyleyebilirsiniz ki?

Biz ideallerimizi korkularımıza kurban ettik mi diyeceksiniz? Biz kutsallarımızı çıkarlarımıza pazarlık konusu yaptık mı diyeceksiniz? Biz İsrail’e teslim olduk mu diyeceksiniz?
Bunların hiçbirini diyemeyecekleri için Filistin direnişinin bitmesi gerekiyor. Çünkü Filistin direnişi onların çürümüşlüklerinin aynasıdır.

İsrailli bir dünyaya inananların psikolojisi tam olarak bu. Onlar İsrail’den daha çok, içten içe direnen Filistin’e kızıyorlar. Kendilerini İsrail’le kirletenler istiyorlar ki, şu dünyada temiz bir yer kalmasın. Herkes kendileri gibi olsun.

DİRENİŞİN MEŞRUİYETİ VE TEMİZ VİCDANLARDAKİ YANKISI

İsrail’le normalleşme anlaşması imzalayan rejimler direnişe kızgın olsalar da onların sayısı az. Direniş hem Arap haklarının hem de dünyanın diğer halklarının temiz vicdanlarında yankılanmaya devam ediyor. Şili’de, İrlanda’da, Kolombiya’da, Yemen’de, New York’ta, Londra’da, Bağdat’ta, İstanbul’da halklar Filistin direnişine gıptayla bakıyor. Her milletten, her dinden, her dilden, her coğrafyadan insan Filistin’in boyun eğmeyen duruşuna, vazgeçmeyen direnişine ve kırılamayan iradesine saygı duyuyor.

Filistin, dünyanın en barbar ülkesi olan ırkçı Siyonist rejime karşı verilen bir insanlık mücadelesidir. O yüzden Kudüs cephesi aynı zamanda insanlığın cephesidir; insan kalabilmenin cephesidir. Kudüs cephesi temizliğin, erdemin, vefanın, sadakatin, cömertliğin, dayanışmanın, kahramanlığın cephesidir. Kudüs cephesi, bereketin cephesi; yücelmenin ve yükselmenin adresidir. Temiz ve erdemli insanların buluşacağı yerdir Kudüs. Mevla, bunu böyle takdir etmiştir.

O yüzden İsrail yıkılacak, direniş kazanacaktır. Buna bütün bir benliğimizle inanıyoruz.

Mücahit Gültekin/Milli Gazete

Yorumlar