KASIM SÜLEYMANİ NEDEN MÜSTEKBİRLERİN HEDEFİNDEYDİ?

Peki, egemen güçlerin özellikle de ABD'nin eli altındaki düzenin değişmesine sebep olan İslam İnkılabı'nın sahadaki faillerinden olan Kasım Süleymani'nin hedefe yerleşmesine sebep olan bu etki ile ilgili süreç nasıl gelişti? 

Görüntülenme: 1094 Tarih: 05 Ocak 2022 20:21
KASIM SÜLEYMANİ NEDEN MÜSTEKBİRLERİN HEDEFİNDEYDİ?

Yüzyıllarca önce Arap Yarımadası batı yakasında bulunan Mekke şehrinden çıkan birinin sadece ve sadece söylediği ve hayata aktardığı bir cümle ile bütün dünya tarihi temelinden değişime uğradı. Bu cümle artık bütün dünyanın bildiği “Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın resulüdür” cümlesidir. Bu cümle evvela itirazı, bu itiraz ile temizlenen zeminde doğru, hakka, hakikate uygun olanın daha yalın bir ifadeyle tabii olanın inşasını gerekil kılıyordu.

Kelime-i Tevhid'in Allah Resulü Muhammed Mustafa (s.a.a.) tarafından bir temel çağırı olarak ortaya konulmasından sonra 23 yıllık bir mücadele süreci akabinde zamanın süper güçlerinin varlığını esastan tehdit edebilecek kadar bir etkiyi üretmeyi başardı. Öyle ki Mekke o dönemde bu günün şartlarında kenarda bir kasaba olarak nitelenebilecek, stratejik önemi olmayan bir konumdaydı ve o zamanda yaşayan ve stratejik değerlendirme yapabilme kabiliyeti olan biri böylesi bir durumu asla öngöremezdi. Zira içinde bulunulan şartlar böylesi bir öngörüyü inşa etmek için yeterli veriyi ortaya koymuyordu.

Allah Resulünün siretindeki bu örneklikten yola çıkarak şunu söylemek mümkündür: Fikirler, elindeki güçten çok daha fazla değişim oluşturabilecek kabiliyete sahiptir.

Bu kez yüzyıllar sonra 1979 yılına gelindiğinde İslam Peygamberi Muhammed Mustafa'nın (s.a.a.) bu örnekliğini referans alıp dünyanın gidişatını yine temelden değiştirme kabiliyetine sahip bir devrim, yine o Peygamberin evlatlarından olan İmam Humeyni önderliğinde gerçekleşti. Bu devrim de öyle bir zamanda ortaya çıktı ki bu; referansı tamamıyla din olan bir devrimin olmasının kimsenin aklına bile getiremeyeceği bir bakış açısının hakim olduğu bir zamandı. Bu devrim o kadar merkezine dini yerleştirmişti ki kendisine İslam'dan başka bir referansı kaynak olarak kabul etmiyordu.

İran İslam İnkılabı gerçekleşip yol yürümeye başladıktan sonra onlarca, yüzlerce, binlerce engelle karşı karşıya bırakıldı. Fakat kendisine Allah Resulünün (s.a.a.) örnekliğini referans alan İslam İnkılabı bu örneklikten inşa ettiği "stratejik aklın" sahaya yansıttığı fiillerle bu engellere karşı bir duruş ikame edebildi. Bu yaşanan mücadele sürecinde dünyayı şekillendiren müstekbirlerin* ellerindeki imkânlara rağmen başarısız olmalarına, değişimin ise egemenlerin istediği şekilde değil de tam tersine itiraz sesinin sahibi İslam İnkılabı'nın etkisi yönünde gerçekleştiğine şahit olundu.

İşte böylesi bir süreç içerisinde dünyanın egemen güçlerinin kontrolü altındaki mevcut düzenini değiştirmeyi varlığının sebebi olarak bilen “İslam İnkılabı stratejik aklının” belirlediği yapılması gerekenler ile ilgili sahadaki uygulayıcıların en önde gelenlerinden biri olan Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani tıpkı fedaisi olduğu İslam İnkılabı'nın egemenlerin hedefinde olması gibi hedefteydi. Zira mustekbirlerin kontrolü altındaki düzenin değişmesinde İslam İnkılabı stratejik aklının sahadaki uygulayıcılarından biri olarak önemli bir etkiye sahipti.

Peki, egemen güçlerin özellikle de ABD'nin eli altındaki düzenin değişmesine sebep olan İslam İnkılabı'nın sahadaki faillerinden olan Kasım Süleymani'nin hedefe yerleşmesine sebep olan bu etki ile ilgili süreç nasıl gelişti?

***

Tek kutuplu dünya

90'lı yılların başlarında SSCB'nin dağılma sürecine girmesi ile birlikte Batı Blok'u özellikle de ABD tek başına bir belirleyici olarak egemenliğini tesis etme yoluna girdi. Bu dönem “tek kutuplu dünya” düzeni olarak tanımlandı. ABD'nin karşısında dengeleyici büyük bir güç artık yoktu. Rusya veya Çin o dönemde Amerika karşısında bir karşıtlık inşa etme durumunda değillerdi. Bu dönemde de İslam İnkılabı Kelime-i Tevhid'in başlangıcındaki “la” itirazına binaen Amerikan karşıtlığı temelinde siyasetini inşa etmeyi sürdürdü. Batı Bloku'nun, özellikle de Amerika'nın hegemonyasını tesis edip “tek kutuplu dünya” düzeni olarak tanımlanan sürecin başladığı bu dönemde İslam İnkılabı stratejik aklının itiraz odaklı siyaseti hep beyhude bir gayret olarak eleştirildi. O dönemde, herhangi bir ilke olmaksızın, reelpolitiğe göre siyaset geliştirmek, hâkim güce göre konum almak özellikle Batı Asya'daki birçok ülkenin dış politika kıstası olarak iş görüyordu.

Batı Blok'unun Doğu Blok'u karşısında kazanması sonrasında Amerika'nın baskın karakter olarak belirleyici egemen bir güç olarak ortaya çıktığı bu tek kutuplu dünya dönemi ile ilgili en karakteristik tanımlamalardan biri de Amerikalı yazar Yoshihiro Francis Fukuyama'ın “Tarihin Sonu ve Son İnsan” tanımlaması olmuştur. Fukuyama bu tanımlamayı şöyle özetliyor:

“Liberal demokrasinin muhtemelen “insanlığın ideolojik evriminin son noktasını” ve “nihai insani hükümet biçimini” temsil ettiğini öne sürmüştüm. Buna göre liberal demokrasi “tarihin sonu”ydu”. 

Belki de bu noktada genelde Batı'nın özelde ise Amerika'ın ulaşmış oldukları noktayı bu şekilde tanımlayarak aslında kibirde ne derece ileri bir noktaya varmış olduklarını da tespit etmek gerekiyor. Zira kibir sahiplerinin kendilerine karşı yükselen itiraza ne denli irrasyonel tepki verebileceklerini anlamlandırabilmek açısından bu gerekli olacaktır.

***

ABD, iki kutuplu dünya düzeninin çökmesi ve tek kutuplu dünyada tek başına belirleyici bir güç olmanın verdiği öz güvenle dünyanın birçok noktasında operasyonların altına imza atmaya başladığı bir sürecin içerisine girdi. Sovyetler Birliği coğrafyası da dâhil olmak üzere dünyanın dört bir tarafında kurulan askeri üsler, dünya ekonomisini belirleyip yönlendiren araçlar üzerindeki hâkimiyet, ülkelerde kimlerin devlet başkanı olacağına varıncaya kadar her şeyi belirleyen ABD daha fazlası için kolları sıvadı. Körfez Savaşı, Afganistan ve Irak'ın işgali gibi dünyada birçok noktada fiili müdahalelerde de bulundu. Dünyanın her tarafını ama özellikle de Batı Asya'yı yeniden dizayn edecek şekilde bir büyük operasyon başlattı. Burada ana kıstas, bu bölgede bulunan bütün ülke iktidarlarının siyasi meşruiyeti başta Amerika'ya, bölgede de Siyonist İsrail ile kurulacak ilişkilere bağlı olması olarak belirlenmişti. Bu İsrail'in Oded Yinon Planı olarak bilinen belgede belirlenen amaçlarla da örtüşen bir durumdur. Bu plana göre bölge parçalara bölünecek ve her bir siyasi yapı meşruiyetini İsrail ile kurduğu ilişkilere borçlu olacaktı. 

Bu süreçler devam ederken İran'da üslenmiş olan İslam İnkılabı sürekli olarak boğulmak üzere operasyonlara maruz kalmaya devam etti. Sonu gelmeyen ambargolarla boğulmaya çalışılan İslam İnkılabı bu durum karşısında kendi direnişini inşa ederken İslam coğrafyasında da özellikle Filistin meselesinin merkezde olduğu direniş noktalarının oluşturulması sürecini takip etti. Bu süreç nihayetinde Direniş Ekseni diye isimlendirilen bir noktaya kadar devam etti.

Amerika'nın artık tek egemen güç olduğunu vehmettiği hatta gelinen noktanın artık “tarihin sonu” olduğunu düşündüğü bu sürecin bu şekilde devam edeceği üzerine kurduğu stratejisinin bir karşılığının olmadığının anlaşılması için çok beklemek gerekmeyecekti. Tarihi süreçler hesaba katıldığında oldukça kısa sayılabilecek bir zaman sonra aslında “tarihin sonu”na (!) daha henüz gelinmediğinin emareleri ortaya çıkmaya başladı.

***

General Kasım Süleymani yaşanan bu süreçlerde belirleyici düzeyde aktif olmasına rağmen Suriye meselesi ortaya çıkıp dünyanın adeta ana meselesi olarak gündeme oturmasından önce öyle çok da fotoğraf vermemişti. Belki bölgeyi yakından takip eden uzmanlar tarafından biliniyordu ama bütün bölge halkları tarafından bir tanınırlığa sahip değildi. “Arap Baharı” diye Tunus'ta ortaya çıkan ve büyük bir hızla bölgeyi saran halk hareketleri, 2011 yılında Suriye'de araçsallaştırılıp Amerika'nın bölge için planladığı operasyonların işaret fişeği olarak ortaya çıkınca General Kasım Süleymani'nin de ismi geniş halk kitleleri arasında duyulmaya başladı. Amerika bölgedeki hangi ülkede operasyon yapıyorsa karşında General Kasım Süleymani'yi buluyordu. Bu iş o kadar ileri bir düzeye vardı ki artık bölgede “Direniş Ekseni” diye isimlendirilen bir yapıdan bahsedilir oldu. Filistin'den, Suriye, Irak, Yemen'e hatta Afganistan'a kadar Amerika'nın nerede bir operasyonu varsa o operasyonu boşa çıkaracak şekilde General Kasım Süleymani'nin de bir karşı operasyonu söz konusu oluyordu.

Direniş Ekseni diye isimlendirilen yapının en önemli halkası sayılabilecek Suriye'deki olayları bütün bu olup bitenler içerisinde önemli bir yeri olduğunu belirtmek gerekiyor. Zira Suriye Batı'nın özellikle de Amerika'nın bölgedeki biricik varlığı Siyonist İsrail'i esastan tehdit eden direniş örgütlerinin her türlü ihtiyaçlarının karşılanması noktasında önemli bir ülkedir. Savaş hukuku açısından halen İsrail ile savaş halindedir. Amerika İsrail'in güvenliğini tesis edebilmek için bu kendilerine göre sorun kaynağı olan ülkeden kurtulmalı, bu çerçevede Suriye'yi “ıslah” etmeliydi. Denklem gayet açıktı; bu gün Siyonist İsrail ile “normalleşme” süreçleri yaşayan ülkelerin o günlerde sağladıkları işbirliği çerçevesinde Suriye “ehlileştirilecek”, direniş denkleminden çıkarılacak böylece İsrail'e karşı silahlı direniş gösteren bütün unsurlar da güçsüz bırakılıp denklem dışına itilecekti. Bu projeye o kadar inanılmıştı ki o zaman “Suriye'nin Dostları” adı altında ilgili toplantılara temsilci gönderen ülkelerin sayısı 100'ü aşmıştı.   

Suriye meselesi büyüdükçe General Kasım Süleymani'nin ismi de daha duyulur hale geldi. Suriye'de akla hayale gelmeyecek onlarca komplo ardından gerçekleştirilen operasyon karşısında direniş göstermek güçleşiyor ama bununla birlikte bölgede Amerika'nın planlarının daha öncesinde santim santim gerçekleşmesi gibi bu kez gerçekleşmemesi, mesela Irak işgalindeki gibi kısa bir sürede yönetimin devrilmemesi yeni bir denklemler dengesinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu değişen denklemler dengesi, yavaş yavaş dünyada tek kutupluluğun sonuna gelinmesi, bunun yerine çok kutupluluğun ortaya çıkması gibi bir noktaya doğru evrilmenin başlangıcı olacaktı.

Suriye meselesine ilerleyen süreçte Rusya'nın katılması, 2013 yılında ilan ettiği “Bir Kuşak Bir Yol” projesi çerçevesinde Çin'in direkt olmasa da dolaylı olarak bölgedeki gelişmeleri etkilemesi çok kutupluluğu daha görünür hale getirdi. Ortaya çıkan bu yeni fotoğrafın oluşmasında İslam İnkılabı Stratejik aklının sahadaki en etkin ismi olan General Kasım Süleymani'nin önemli etkisi olmuştur.

General Kasım Süleymani Suriye, Irak, Lübnan, Filistin gibi ülkelerde etkin olduğu gibi Yemen'de de etkili oldu. Artık Direniş Ekseni diye isimlendirilen bu coğrafyadaki karşı duruşun ortak hedefi gayet açıktır: Bölgede Siyonist İsrail ve bölge dışında ise Amerika'nın hegemonya kurmaya dönük politikalarını etkisizleştirerek bölgeden atmak.

Nerede bir Amerika'ya ait operasyon varsa orada bir karşı duruş inşası adına koşuşturan General Kasım Süleymani ve oluşturduğu etki var oldu. Hatta o kadar ki bu gün resmen açıklanmış olmasa da Türkiye'de gerçekleştirilmeye çalışılan ve arkasında Amerika'nın olduğu 15 Temmuz darbe girişiminin etkisizleştirilmesinde de General Kasım Süleymani'nin önemli bir etkisinin olduğuna dair haberler internet sitelerinde yer alıyor. 

General Kasım Süleymani sahada iş görürken İslam İnkılabı Stratejik aklının belirlediği çerçevede iş görüyordu. Bu çerçeve ise en başta belirtilen Kelime-i Tevhid'in ilk kelimesi olan ve itiraza işaret eden “la” ile şekilleniyor ve bölgedeki egemen güçlerin operasyonlarının etkisizleştirilmesine dönük olarak biçim alıyordu. Bu durum ise o vakte kadar bölgedeki planlarını uygulamak noktasında daha önce gerçek anlamda bir engelle karşılaşmamış olan dünya müstekbirlerinin bu anlamdaki konforunu bozuyor ve onları irrasyonel kararlar almaya ve uygulamaya sürüklüyordu. Öyle ya bölgeyi dizayn edecek bütün planları boşa çıkmış, prestijleri sarsılmış, burunları sürtülmüş, bunun neticesi olarak tek kutuplu dünya söyleminden çok kutuplu dünya sürecine geçilmiş, caka satan yürüyüşleri bozulmuş, adımları birbirine karışır olmuştu.

Bu gün birçok analist Amerika'nın kan kaybetmekte olduğunu, parçalanmaya sürüklendiğini hatta 2024 seçimleri sürecinde bir iç savaş ihtimali ile karşı karşıya olduğunu büyük bir açıklıkla dile getiriyorlar. Buna karşın ise artık bir “Asya Çağı” eşiğinde olduğumuz vurgusu altında üç ülkenin ismi öne çıkıyor: Rusya, Çin ve tabi ki İslami İran.

Bütün bu değişimin ortaya çıkmasında özellikle Amerika'nın ve beraberindeki ülkelerin bölgedeki planlarını boşa çıkaran İslam İnkılabı Stratejik aklının sahadaki en etkili ismi General Kasım Süleymani'nin özellikle de simgeleşen bir etkisi olmuştur. Bu ise bütün konforu bozulan müstekbirlerin (kibir sahiplerinin), özellikle de Amerika'nın Kasım Süleymani'yi hedef almasını ve en irrasyonel bir karar ve yöntemle onun katledilmesi sonucunu ortaya çıkardı. Büyük bir kinle, öç alma duygusuyla yapılan bu suikast aslında emperyalist güçlerin ne denli canlarının yandığını da ortaya koyan bir unsur olmuştur.

Son söz olarak şunu söylemek mümkün: General Kasım Süleymani yaşarken müstekbirlerin (emperyalist güçlerin) planlarını bozmak noktasında çok etkiliydi, şehadetinden sonra bu etki artarak devam ediyor. Dünyadaki güç dengeleri çok hızlı bir şekilde değişiyor ve bir gün bu değişimde General Kasım Süleymani'nin etkisi daha net anlaşılıp daha net görülecek…  

---------------------------------------------------------------------------------------------------

Müstekbir: “kendini büyük ve üstün görüp gerçekleri kabul etmeyen, hakka karşı inatla direnen kimse” 

intizar.web.tr

Yorumlar