MUSTAFA KURDAŞ YAZDI: HOŞ GELDİN CİCİ AMERİKA!

 

Görüntülenme: 1796 Tarih: 13 Şubat 2020 08:11
MUSTAFA KURDAŞ YAZDI: HOŞ GELDİN CİCİ AMERİKA!

Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş Amerika Birleşik Devletleri Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Türkiye’ye gelmesini geniş bir yelpazede değerlendirdi.

Ziyareti esnasında Türkçe konuşmaya çalışarak samimi, dostça pozlar veren James Jeffrey’in Hollywood aktörlerine parmak ısırttıracak bir performans sergilediğini yazan Kurdaş, kurnazlıkla oynanan bu “Güle güle çirkin Amerika! Hoş geldin cici Amerika!..” oyununun asıl amacının Türkiye’yi savaşa sokmak olduğunu belirtti.

Mustafa Kurdaş, bugünkü köşe yazısında, ABD’nin kurnazlıkla yürüttüğü Suriye politikasını gözler önüne sererken AKP hükümetine de  “Türkiye yeniden ABD-İsrail eksenine kayıyor. ABD’yi memnun etmek çabası yine paçayı sarmaya başladı. Denenmişi yeniden denemeye hazır iktidarımız” sözleriyle yüklendi. 

 

Hoş geldin cici Amerika!..
Artık gün, akşamdan geceye dönmeye hazırlanıyor...
Ve beklenen misafir iniyor Esenboğa’ya…
Amerika Birleşik Devletleri Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’den başkası değildi; misafir.
Taa 10 bin kilometre uzaklardan gelen bir yolcu için yorgunluk emaresi yoktu Amerikalının yüzünde. Üstelik surat da asık değil, kızgın hiiiç değil. Hatta mutlu, coşkun ve heyecanlı görünüyor. Hollywood aktörlerine parmak ısırtacak müthiş bir performans… Baksanıza! Sempatik tavırlarıyla bizden biri gibi … Jest yapıyor, Türkçe konuşmaya çalışıyor; samimi, dostça pozlar veriyor…
Nasıl da şirin değil mi!?
Belli ki gönlümüzü fethetmeye gelmiş Amerikalı!..
Ajans muhabirleri hemen oracıkta uzatıyor mikrofonları…
“Bugün İdlib’de bizim müttefikimiz Türkiye’nin askerleri tehditle karşı karşıya, bu tehdit Rusya ve Esad hükümetinden geliyor. Sahada şehidiniz var, başınız sağ olsun. Biz bugün Ankara’ya gelip Türk hükümetiyle durumu gözden geçirmek istiyoruz ve mümkün olduğu kadar destek vermek istiyoruz.”
Hımmm… Hem de müjdeyle gelmiş.
- Mümkün olduğu kadar destek vermek istiyorlarmış hükümetimize. 
Ne kadar yardımseverler, değil mi!?
Gerçi, şirin Amerikalı Jeffrey’in uçağı Ankara’ya inmeden onun patronu Pompeo’nun tweet’i ortamı hazırlamış, bizimkilerin gönlünü çelmeye yetmişti bile:
Dün İdlib’e düzenlenen saldırıda asker ailelerine başsağlığı diliyorum. Esad rejimi ve Rusya’nın devam eden saldırıları durmalıdır. Jim Jeffrey’i bu istikrarsızlaştırıcı saldırıya tepki adımlarını koordine etmek için Ankara’ya gönderdim. NATO müttefiklerimizin yanındayız #Turkey.
MEĞER BİZİM TEPKİLERİMİZİ “KOORDİNE EDECEKMİŞ”
Pompeo, sosyal medya mesajında ne kadar dikkat etse de Amerikan küstahlığını saklayamamıştı. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo; Jim Jeffrey’i bu istikrarsızlaştırıcı saldırıya tepki adımlarını koordine etmek için Ankara’ya gönderdim” ifadesini sadece “klasik Amerikan küstahlığı” diye de geçiştirmek mümkün görünmüyor. Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin İdlib ve Suriye’ye karşı tepki adımlarını koordine etmek de ne demek!? Biz bu ŞİRİN Amerikalı Jeffrey’i özel temsilci sanıyorduk, meğer bizim tepkilerimizi “koordine edecekmiş”… Türkiye olarak nasıl tepki vereceğini bilen bir ülke değil ya... Lütfetmiş, bize “genel koordinatör” göndermiş haşmetli Pompeo!
Meğer bu Amerikalılar bizi ne kadar çok düşünüyormuş, ne kadar çok seviyormuş. Rusya ve Suriye’nin düşmanımız olduğunu her fırsatta bize söylemeyi ihmal etmiyorlar. Yanlış anlamayın, dostça! Öyle ya, şehit olan askerlerimizi bile rahmetle andılar. Onlar da çok üzülmüş besbelli.  Cesaretlendiriyorlar, moral veriyorlar, dostluklarını/müttefikliklerini bahşedip, “mümkün olduğunca destek” vaat ediyorlar. Koordinatör bile gönderiyorlar. Biz daha ne isteriz ki bu sevimli mi sevimli, cici mi cici Amerika’dan! Fazlasını beklemek nankörlüktür, ayıptır (!).  
BİZ SEVİNMEYELİM DE KİMLER SEVİNSİN
Toparlayalım, öykümüzü…
 “Güle güle çirkin Amerika! Hoş geldin cici Amerika!..” rüzgârı esiyor şimdi ülkemde. Özlemişti Türkiye, cici Amerika’sını; uzun zamandır güler yüz göstermiyor, tatlı sözlerini esirgiyor, iltifatta bulunmuyordu. Şimdi ne kadar çok sevinsek azdır, “müttefikiz” yeniden Amerika ile... Öyle böyle değil, Amerikalıların bugünlerde sıkça vurguladığı gibi biz de vurgulayalım: Hem de NATO müttefikiyiz.. Biz sevinmeyelim de kimler sevinsin değil mi; ne Rusya’ya ne de İran’a muhtaç kalacağız artık.
Sakın ha ciddiye almayın… Bu yazdıklarım gözlüksüz okunabilecek cinsten ironidir… Fakat yaşananlar, olaylar, konular şaka değil. Hepsi yüzde yüz gerçek maalesef!..
KİMSE YALANININ ORTAYA ÇIKMASINDAN ENDİŞE ETMİYOR, UTANMIYOR
Amerika ile Türkiye’nin ilişki düzeyi “Yalan Rüzgârı” tipi dizilerden farksız. Her türlü yalan, her türlü entrika, her türlü aldatma ve kandırma, her türlü ihanet var. Hepsi de dizilerdeki gibi gayet normal… Herkes yalan söylüyor, ama kimse yalanının ortaya çıkmasından endişe etmiyor, utanmıyor. Yalan “müttefikliğin/dostluğun” devamı için gerekli görülüyor...
YALAN TEK VE YALAN AYNI ASLINDA
Amerika sürekli bize yalan söylüyor, biz de sürekli kendimize “Amerikalılar bizim dostumuz” diye yalan söylüyoruz. Yani bizi sadece başkaları kandırmıyor, bizi biz de kandırıyoruz. Ya da şöyle ifade edeyim: Gerçeklerin ben buradayım dediği zamanlar olmuyor mu, oluyor! Fakat yalana alışan, kandırılmaya alışan, hatta kandırılmayı sevmeye başlayan Türkiye, o gerçekleri görmeyerek kendisine yalan söylemeyi seçiyor. “Biz sizin dostunuzuz, Türkiye bizim en önemli müttefikimizdir” açıklamaları Amerika’nın yalanı... “Amerika bizim dostumuz” ifadeleri de bizim yalanımız. Yalan tek ve yalan aynı aslında: Amerika’nın dostluğu yalan! Bizimkine efendiye sadakat deniyor… Ezcümle; “Amerika yalanına” âşık bir ülkeyiz anlayacağınız.
AMERİKA İLE MÜTTEFİKLİK MADDE BAĞIMLILIĞINDAN FARKSIZ
1950’den beri, Amerika ile edindiğimiz 70 yıllık tecrübeyi bir kenara bırakalım… Son yıllara bakalım isterseniz! ABD ile diplomasi tecrübemiz; yalanlarla, aldatmalarla, kandırılmalarla örülmüş bir diplomasi tecrübesidir. Ama hayır!  Tecrübeden daha başka bir şey bu; Amerika ile müttefiklik madde bağımlılığından farksız Türkiye için. Tedaviyi bile kabul edecek refleks gösteremiyoruz. Duygusuz, hissiz ve çaresiz kabul edişler, boyun eğmeler var hep… Amerika, doz ayarlamalarıyla bağımlılığımızın sürekliliğini sağlamayı biliyor. Bazen yaptırımla, bazen yardımla… Bazen sopayla, bazen de iltifatla.. Kimi zaman severek, kimi zaman döverek bizi “koordine” ediyor. Maalesef, Amerika dili tatlıyken de eli sopalıyken de cezbediyor hariciyemizi. İtiraf edelim, Türkiye’nin en büyük dış politika zaafı Amerika Birleşik Devletleri’dir. Amerika’sız hayal bile kurmayacak kadar, “Bana ne Amerika’dan” diyemeyecek kadar bağımlıyız bunlara beyler!..
Toparlayalım öykümüzü...
Hepimizi sıkan bir yasak aşk dizisi gibi, dış politikada senaryo hep başa dönüyor. Baksanıza, Rusya, İran, Soçi, Astana derken yine Amerika ile buluştuk. Film platosu Ortadoğu/İslam coğrafyası. Sahneler aynı, oyuncular aynı, rejisör aynı. Senaristin senaryosu da aynı. Replikler bile sürekli birbirini tekrarlıyor. Sıkıldık artık, bitsin bu film diyorsunuz, bitmiyor. Kandıran belli, kandırılan belli… Katil bile belli! Ama bu filmin sonu hiç gelmiyor!..
AMAÇ BELLİ!..
Görünen o ki, dış politikada Türkiye yeniden ABD-İsrail eksenine kayıyor. ABD’yi memnun etmek çabası yine paçayı sarmaya başladı. Denenmişi yeniden denemeye hazır iktidarımız. Yeniden NATO vurguları, ABD ile kutsal müttefiklik durumu ince ince işleniyor. Amaç belli, Türkiye’nin savaşa sokulması!..
Coğrafyamızda terör örgütleri kimi malum ülkeler için adına vekalet savaşları denen görevlerini yürüttü. Fakat bu kez vekalet savaşlarında ikinci evreye geçmek istiyor, planlayıcılar: Ülkelerin savaşı! Kendilerinin menfaatine, coğrafyanın ya da halkların menfaatine değil, müttefiklerinin (!) menfaatine ülkelerin vekalet savaşına hazırlık var! Dün IŞİD, PKK, YPG gibi örgütler kullanılmıştı, şimdi ülkelere verilecek savaş vekaleti… Görev belli: Yok et, yık, öldür!.. Peki kim için, ne için!?
Amerika, hem Türkiye’den hem Suriye’den hem de İran’dan kurtulmanın krokisini çiziyor bugünlerde.
Türkiye ve Suriye savaşı bölgede ikinci bir İran-Irak savaşı olacaktır. Türkiye’nin içerisine sürüklendiği herhangi bir savaş herhangi iki ülkenin savaşına benzemez. Türkiye bir savaşa girdi mi, bu savaş iki ülkenin savaşı olarak da kalmayacaktır, bu kesin!..
KARDEŞ KANIYLA KİMSE GÜÇLENEMEZ!..
Sadece Amerika değil, Türkiye’de konforundan, lüksünden, itibarından, israfından taviz vermeyen büyük bir çevre de, Türkiye’yi savaşta görmek istiyor! Dalga dalga korkunç bir hamaset duygusu atmosfere salınıyor: Türkiye savaşmalı!.. Ben de diyorum ki, hayır Türkiye, Suriye ile, komşularıyla savaşmamalı… Deniyor ki, Türkiye savaşırsa daha güçlü olacak. Bölgede hangi ülke savaşarak güçlendi? Biri bana bu bölgede savaşan ve savaştan daha güçlü çıkan bir ülke gösterebilir mi!? Beyaz muhafazakâr Türkler, komşularımızla savaşarak güçleneceğimize dair algılar oluştururken, daha da konfora ve şatafata gark olacaklarını hayal ediyorlarsa yanılıyorlar!? Kardeş kanıyla kimse güçlenemez!.. Bir apartmanda bile iki komşunun kavgası, ikisini birden bitirir. En azından birinin apartmandan taşınmasıyla sonuçlanır komşu kavgaları. Kim taşınacak? Taşınanın yerine kim yerleşecek? Bilinmelidir ki, bölgemizde ülkelerin savaşında savaşan bir ülke değil, en başta İsrail ve Amerika kazanır…
Türkiye, gerektiğinde ipi gevşetilen, gerektiğinde ipi çekilen bir dış politika ahlaksızlığına mağdur olacak bir ülke olamaz.
HANİ, GÖBEĞİMİZİ KENDİMİZ KESECEKTİK?
Hani döndük ya en başa… Dönelim o zaman:
Başbakan Erdoğan, 2012’de “Türkiye NATO toprağıdır” demişti de, Amerika ile eğit-donatlar yapmaya başlamıştık… Uzatmayacağım, sonrası malum..
Şimdi yine Amerika’yı ve NATO’yu davet etmeye başladık Suriye’yi çözelim diye…
Fakat neredeyse daha dünkü açıklamaların dumanı tütüyorken, sormak da lazım:
Hani 10 bin kilometreden gelip de, bu Amerika’nın Suriye’de ne işi vardı?
Hani Türkiye kendi göbeğini kendi kesecekti?
MİLLİ GAZETE

Yorumlar